15 Aralık 2020 Salı

rüyalarım

 Bu sıralar sanki Allah bana acımış da 'bari rüyasında bunları yaşasın' dermişcesine rüyamda sürekli birileri ile aşk yaşadığımı görüyorum. Tuhafıma gidiyor ama bir taraftan hoşuma gidiyor. Sanırım bilinçaltım bunlarla dolu olduğu için her gece farklı bir senaryoyu kuruyor beynim. 

Rüyalarımdan her zaman etkilenirim ve böyle şeyler görmek de beni her zaman mutlu bir ruh haliyle kendime getirir. Bugün de bunlardan biriydi. Gördüğüm kişi, ben ve bir bebek oturuyorduk. Bebeği severmiş gibi yaparak bir yandan elime uçtan uçtan dokunuyordu. Rüyaları unutmaktan nefret ediyorum! Önemli kim bilir kaç detayı unuttum bile çoktan. 


Hayatımın çok yoğun olduğu bir dönemdeyim. Ödevlerden baş kaldırmıyorum, öte yandan da zaten karantinadayız dışarı çıkamıyoruz -ki ben zorunlu karantina olmadan evvel de dışarı çıkmıyordum- bunlarla boğuşurken öteki taraftan kendime bir de diyet mevzusunu çıkarttım. Asla inanmıyorum çok ilerleyeceğine ama deneyelim bakalım, zarar gelmez. Benim kadar yemek seçen biri nasıl olacak da diyet yaparak hayatta kalacak göreceğiz!

Lütfen güzel şeyler olsun artık! O tanışma applerinde bile mesajlaşmak istemiyorum kimseyle. Bir yandan manyaklar gibi aşk yaşamak isterken öteki yandan kimse ile sohbet etmek bile istemiyorum, uğraşasım gelmiyor. Bu ikilem yüzünden hala yalnızım sanırım... Neyse akademik kariyere odaklandık diyelim. 

2020 yılının sonuna gelmek üzereyiz. Bu yıl resmen bir oyun gibi ölmeden sona gelmeye çalışıyoruz. Sona gelebildiğim -en azından yaklaşabildiğim- için kendimi tebrik ediyorum. 2021 ise istediklerimize kavuştuğumuz bir yıl olsun. 

Not: az önce salatamı bitirdim ama sanırım hala aç hissediyorum!

25 Haziran 2020 Perşembe

yaz tatili düşleri ve biraz fazla kaçan isyan

yine gözyaşlarım eşliğinde yazacağım bir konu daha. malum coronavirus hala bitmedi, evden çıkmamaya devam ediyorum. bugün odamda yine mutsuz bir ruh haliyle müzik dinlerken içeride annem hanımın telefonla konuşmasına kulak misafiri oldum. teyzemle bodrum hakkında konuşuyorlardı hemen yanına koşup detaylıca dinledim. yazlık bir ev kiralayıp gidebileceğimiz hakkında bir şeyler söyledi teyzem ama annem aksine okul paraları vs vs vs kafa ütüledi ve konu kapandı muhtemelen.

tam üç yıldır istanbul sınırlarından çıkmak nasip olmuyor allah kahretsin artık. para problemleri dedik okay ama şimdi tam bir şeyler olabilir derken corona denen şu hastalık hortladı tüm dünyayı kapladı yine gidemeyeceğim. yine eminim ki seneye de bir bok çıkar sonra da çıkar. hayatta en çok üzüldüğüm şey böyle fırsatları hep yaşım küçükken kullandık şimdilerde ise hiç bir şey yapamıyorum çok üzücü. oysa tam gidip yaz aşkını iliklerime kadar yaşayabileceğim bir yaştayım. geçen sene de tatile gitmememize bir kaç hafta kala dolandırıldığımızı öğrenmiştik bir şekilde iptal olmuştu.

artık o kadar ihtiyacım var ki biraz uzaklaşmaya anlatmama imkan yok. bıktım artık insanlardan, istanbulun havasından trafiğinden kalabalıklığından tek isteğim biraz olsun uzaklaşıp kendimi toparlayabilmek. evet, biliyorum dünyanın en büyük derdi değil bu 'tatil' olayı ama gitmek istiyorum. gerçekten millet hiç olmazsa köyüne falan gidiyor yazın ama akrabalarımızdan hiç kimseyle iletişimimiz olmadığı için böyle şey de yapmıyoruz. gerçi yapıp ne yapacağım orada akrabalarla özgür olmak yerine istanbuldan daha çok zincirlerle bağlı olduğunu hissedersin... yok o da kalsın rafta.

bir kaç zamandır avrupalı ve amerikalı yaşıtlarımın yaşadıklarına bakıyorum da bu bizim yaşadığımız hayat mıymış diyorum. 17-18 yaşlarında arkadaşlarla seyahat etmeye dünyanın dört bir yanını dolaşmaya başlıyorlar. gerçekten coğrafya kaderdir ben hiç böyle şeyler yaşayamayacak mıyım? ben artık bu ülkede nefes dahi alamadığımı hissediyorum. sevgili desen... gerçekten turkish gay community'den hiç bir bok olmaz. herkesin kafasını seks bürümüş yok şöyle yaparım yok böyle yaparım ben burada oturduğum sürece hiç bir şekilde aşk bulamayacağım. farkında mısınız en güzel yıllarımdayım ve hayatımda hiç kimse yok! çıkıp gezebileceğim, sevebileceğim bir erkek yok! ne kadar acı. herkes aç sekse aç. bıktım artık. ne kadar isyan edersem edeyim bu böyle gelmiş böyle gidecek. tek isteğim bir an önce burayı terk etmek ve hayallerimi yerine getirmek.

tamam, hayallerim bazen çok uçlarda olabiliyor.. yani, sanatçılık falan ama ben kendime inanırsam bunu başarabileceğime inanıyorum. bir şekilde yolunu bulacağım, kuşkum yok. ama bir diğer hayalim daha var ki bu aslında dünyanın en basit hayali bile olabilir. aşk! bir ailem olsun istiyorum.. samimi, sıcak ve mutluluk dolu. hiç bir zaman amaan yaşım gelsin de evleneyim demiyorum ama hayatımda gerçekten istediğim biri olsun, birlikte yaşamaya değer biri olsun istiyorum sadece, çok şey değil!

her neyse işte o kadar çok isyan doluyum ki artık kusmak istiyorum resmen. zaten şu yaşadığımız boktan dönem psikolojimi eksi seviyelere indirmişken üstüne her gün yeni depresyona sokucu konular ekleniyor. ne diyebilirim ki bir an önce buradan gitmek istiyorum... başka da bir şey yok.

ne bileyim şimdi bodrum yahut antalya arasında bir yerde olsam... belki bir turist ya da mucizevi bir istek ama hayallerime yaklaşan bir türk bile olsa olur! ama zannetmiyorum türkiyede bunları yaşayacağımı... şu an içimde öyle bir his var ki anlatmama imkan yok! resmen boğazımda bir his var ağlamak ister gibi ama aynı zamanda gözlerimden de ateşler fışkırıyor! insanlar kanımı emer gibi rahatsız ediyor beni artık...

daha fazla YETEEEEER diye çığlık atmak istemediğim için kısa tutuyorum bu isyanımı. biliyorum ne büyük dertler değil mi... ama işte böyle... berry'nin yaşamı bundan ibaret... benim hayatım aşk! 

berry x

7 Mayıs 2020 Perşembe

survivor ve ramazan • karantina III (konudan konuya atladığım genel bir özet yazısı)

televizyonda survivor'dan başka hiç bir şey yok. gerçi olsa izler miydim? sanmıyorum. iftara kadar izlediğim nihat hatipoğlu programından sonra tam iftar vakti survivor'ı açıyoruz ve bitene kadar izlemeye devam ediyoruz. kimi zaman gözümüzle şahitlik ettiğimiz yetmiyor ve bir de başkalarının bakış açılarından dinleyelim diye düşünüp panaroma'yı bile izliyoruz.

bir kaç bir şey söylemem gerekirse eğer ünlüler takımını hiç sevmedim bu sene... bir tek aycan ve elif'i sevdim bir de arada ersin geliyor ama diğerleri hayır. başlarda yunus emre'yi de severdim tatlı gelirdi gönüllüler takımındayken.. bilmiyorum bu bana mı özel ama ünlüler takımına gittikten sonra çok itici gelmeye başladı -bir de gönüllüler takımındayken de hiç bir şey beceremiyordu-

neyse gelelim benim takıma; gönüllüler. cemal'in olacağını öğrendiğim zaman zaten tarafım belli olmuştu ama cemalin güçlü çıkıp buralara kadar geleceğini beklemiyordum daha doğrusu ne iyi oldu ama!! sonra berkan aşkım var... berkan'ı da ünlüler takımındayken hiç ama HİÇ sevmezdim
gönüllüler takımına geldiği zaman sempatimi kazanmaya başladı. bir de efsane var orada... canım evrim'im valla arada üzülsem de evrim'e ben seviyorum. kimi zaman krize de soksa beni karakterini sevdiğim birisi oldu kendisi. barış nisa ardahan falan genel olarak bu takımı seviyorum tek tek anlatmayacağım şimdi. bir de oy vermeniz için kodu söyleyeyim isterseniz.....

bana survivor'da geçen seneden beri sahte gelen bir şey var. ya gerçekten takımların güçleri birbirlerine çok denk ya da reyting için çok fena salak yerine konuluyoruz. bilemiyorum şimdi üç oyundan ikisi 9-9 gidiyor. sanki reyting için bilerek başa baş götürülüyormuş gibi geliyor bana ama neyse daha fazla eşelemeyeceğim bu konuyu. ben seviyorum survivor'ı <3 ps: berkan ve cemal shiplemeyi de çok seviyorum.

bugün şu oruç tuttuğumuzun bilmem kaçıncı günü ve ilk kez aç hissediyorum ve vakit geçmiyor gibi geliyor neden böyle oldu bilmiyorum. dün nihat hatipoğlu hocamı dinlerken sahurda yemek yemeyi mi unuttum bilmiyorum...

ramazanın karantinaya denk gelmesi iyi oldu ama if you ask me. çünkü erken uyanmamız falan gerekmiyor yorulmuyoruz istediğimizi yapıyoruz falan filan. ama tabii benim düzenimi bozan kimi şeyler de var mesela online dersler ve online sınavlar. online sınavlara ısınamadım itiraf etmek gerekirse... hem etki alanları çok düşük hem de insanın çalışası gelmiyor elinin altında google varken. neyse okulları açacaklarmış 15 haziranda. ben muhtemelen ilk gününde corona kaparım ikinci gününde tüm çevreme yayıp ölürüm. ama takip ettiğim bir astroloğa göre çok yanlış bir
yoldaymışız... bir şeyler yanlış giderse bizi her şeyin başına götürecekmiş...

yani bu 'karantina günlüğü' fikrini iyi ki buldum -ah bir de yazabilsem- daha çooook uzun yazacakmışım gibi geliyor. herneyse ben iki gün önce (55 gün sonra) ilk kez sokağa çıktım. anlatamam çok değişik bir histi gerçekten. ama bir daha uzun süre eski hayatıma dönebileceğimi düşünmüyorum. markette birisi bana yaklaştığı anda kaçıyorum oradan. insanlara potansiyel hastalıklı olarak falan bakıyorum. okay olması gereken de bu ama açmayın şu okulları işte gidemem ben yapamam!! evden çıkamam!!!!!!! ha kimi aptallar şu iki günde çıkıp gezmeye başladı bile normalleşmeye girdik diye. işte ben bundan korkuyordum. türkiye maalesef insanlara güzel şeyler söyleyebileceğimiz bir ülke değil hemen hiç bir olay yaşanmamış gibi başladılar. dün istiklal caddesi full gözüküyormuş maşallah.

lütfen yapmayın mümkün olduğunda sokağa çıkmayın. insanların kimileri hala maske bile takmıyor yahu! kendimizi kendimiz koruyacağız onların sorumsuzluklarından <3 eğer salgın ikinci dalgayı başlatırsa türkiyede o zaman yazacağım yazıyı o insanlara ithaf edeceğim <3

evde kalmaya devam ediyoruz <3
berry

berry günlük 5 yaşında

aslında tam olarak 3 mayıs 2015 tarihinde başlamışım bu blogu ama şimdi iki sınavdan çıkınca birden bire geçen gün google'da pasta falan gördüğüm geldi ve yazmak istedim... şu sıralar fark ediyorum da bu blog benim hayatım. gelecekte bunları okuyup biraz gülmek istiyorum kendime doğrusu.

coronavirus karantinasına devam ediyoruz. 56.günümdeyim. -az önce bunu yazarken hapşurdum inşallah corona olmamışımdır çünkü iki gün önce markete gittim- anyways, ben imana geldim bir de mesela şu an oruç tutuyorum. benden beklenmeyecek bir şey aslında ama yapıyorum...

şu sıra evde kalmak, insanların toplu toplu ölmesi falan beni çok etkiledi sanırım. bir de yaşlıların neden çok dindar olduğunu da öğrenmeme sebep oldu bu dönem. insan ölüme yaklaştıkça allah'a daha sıkı sarılmaya başlıyor -en azından ölüm korkusu lol- ben bir de orucu sadece aç kalmak olarak değil aynı zamanda nefsimi TAM olarak tutarak yaşamaya çalışıyorum. mesela kendimi kimi yollarla tatmin etmeyi de bir süredir bıraktım. uzun aralıklarla yapmaya karar verdim mesela iki haftada bir gibi.

oruçta ne açlık ne de susuzluk beni zorluyor açıkçası.. en zorlandığım konu -iflah olmaz derecede yanan vücudumu ve kimi zaman aklımı ele geçiren- dirty düşüncelerim. onları da temizlediğim zaman tam olarak masum bir insan olabileceğim sanırım. ama bir de kendimi tatmin etmeyi bırakınca sanki iki kat fazla tepki veriyorum bir şeylere gibi geliyor... iki kat fazla azıyorum yani..

neyse, berry'ciğim iyi ki doğdun

3 Nisan 2020 Cuma

corona psikolojisi • karantina II

son iki günüm uyku düzenimin yok olmasıyla devam etti. online eğitimin devreye girmesinden sonra sabahın köründe uyanıyor, dersten hemen sonra tekrar uyuyor ve ardından akşama doğru uyanıp sabaha kadar oturuyorum. bu da düzelecek diyorum kendi kendime ama ne zaman orasını ben bilemem.

evden çıkmayalı bugün yirmi üç gün oluyor.

iki gündür netflix'e takılıyorum. filmler diziler falan derken vakit nasıl geçiyor fark edemez bir hale geldim. saat 19:30 civarlarında tıpkı hunger games'de olduğu gibi vaka/ölüm sayılarını öğrenip psikolojimi bozuyorum. ha bir de bugün bir gelişme daha oldu. 20 yaş ve altındakilere sokağa çıkma yasağı ilan edildi. zaten evden hiç ayrılmadığım için beni etkileyen bir şey olmadı. bir de bu sıralarda sanırım coronavirus vakası olmasa da ambulanslar o korkunç kıyafetlerle geliyorlar. oturduğumuz yerde sadece kuzenim ve benim oturduğumuz apartmanlardan birilerini aldılar birer hafta arayla. artık kimi şeylere nasıl tepki vereceğimi unuttum biliyor musunuz? mesela türkiye'de ilk vakanın görüldüğü 11 mart tarihini hatırlıyorum da uyku uyuyamamıştım gece... ertesi gün kalkıp okula gitmiştim tabii ama neyse.. konumuz bu değil. şu an güncel vaka sayımız 20,921 ve o kadar da fazla tepki vermiyorum. bir alışkanlık oldu her gün haber bültenlerinde vaka sayılarını görmek.

ben genel olarak iyi hissediyorum ama bazen sinir krizleri geçirecek bir seviyeye de yükselmiyor değilim. ailemle çok karşı karşıya gelmemeye çalışıyorum. bu sıralar herkesin psikolojisi olanlardan o kadar çok etkilendi ve evde kilitli kaldık ki karşı karşıya gelsek kavga çıkacak gibi hissediyorum. çoğu şeyi de alttan almaktan yorulmadım değil.

kardeşimle iki gecedir stresimizi atmak adına netflix dizilerini izliyoruz herkes yattıktan sonra. şu an chilling adventures of sabrina izliyoruz. geçen yazıda da anlatmıştım ya gavin leatherwood azması geçiriyorum diye işte sebebi bu. güzel oluyor eğleniyoruz. dün de doğum günüydü aslında çok üzücü günler geçiriyoruz ama bir şekilde mutlu olabilmeyi bilmek çok güzel bir şey. onu mutlu etmek için pastalar alındı, şaraplar hazırlandı ve eğlencee! çok da muhteşem değildi ama karantina altında yapılan bir kutlamaya göre oldukça eğlenceli bir işti.  sürekli ama sürekli içimde negatif düşünceler dönüyor aslında bakarsanız. corona kapmaktan o kadar korkuyorum ki anlatamam. şansıma da güvenmiyorum açıkçası... okay, ben hiç evden çıkmıyorum ama birileri çıkıyor işte...

dün fark ettim şu detayı da; ben ne zaman birine karşı duygular beslemeye başlasam bir şeyler oluyor ve ayrı kalmamız gerekiyor. okulda mesela tam Romeo'ya karşı bir duygular hissettiğimi kabullenmeye çabalarken BAM! it's corona time! ben bu şanssızlığı kabullendim, yapabilecek bir şey yok. ama bana yepyeni şeyler de tattırmıyor da değil. ders dinlerken katılımcıların olduğu listeye girip adına bakıp iç geçiriyorum. sonuçta aynı anda aynı şeyi yapıyorduk bunu bilmek benim gibi yıkık bir insanı mutlu ediyor sanırım. 

anlatacak bir şey bulmaya çalışıyorum ama yok! bulamıyorum! çünkü tüm günlerim bomboş elimde telefon ya da bilgisayarla geçiyor. ha bir de şu an kulaklarımda uğruna adam öldürebileceğim israilli bir seks tanrısı mergui'nin müziklerini dinleyerek yazıyorum bunları. küçük şeylerde bulalım bakalım mutluluğu! hayal gücüm de karantinada oldukça genişledi ama bunu başka bir yazıda anlatacağım artık. inanılmaz boş bir yazı oldu aslında ben bile beklemiyordum bu kadar gereksiz olmasını ama bu günleri yazıp belgelemek istiyorum.

evde kalın ha sakın çıkmayın dışarı
berry xx

1 Nisan 2020 Çarşamba

hobiler ve aşk meşk • karantina I

bugün evden dışarı adım atmayalı on yedinci günüm doluyor. onlarca yeni hobi edindim, onlarcasını tekrar bıraktım ya da beceremedim. -ama en azından denedim- bu sıralar tuttuğuma aşık olur bir duruma geldim. telefonumun her köşesinden erkek fotoğrafları fışkırır bir hale geldi. erkek gurmeliği diye bir hobiymiş bu, ben buldum.

başlarda bol bol kitap okumaya verdim kendimi sonra filmlere ve müziklere. şu an ise annemle yemek yapıyorum sürekli. aklımda yapılacak yüz binlerce şey var ama beceremediğim için elimde patlıyor genelde. ama sanatsal anlamda büyük bir açlığın içerisindeyim. müzik yapmaya çalışıyorum ve dijital olarak resimler çizmeye çalışıyorum kendimi çok yetenekli bulmasam da.

bu sıralar dünya müziği ile iç içeyim. bir sanatçıya şırıl şırıl aşık olduğumdan mı bilinmez ama mucizevi bir şekilde ibranice konuşmaya başlayabilirim her an. zaten oldum olası israilli beyleri her zaman gözdem olarak tutmuşumdur.

düşünüyorum da nasıl bir döneme denk geldik bilemiyorum gerçekten. bana çok değil beş - altı ay önce 'kimse evlerinden çıkmayacak okullar bile iptal olacak' deseler çok fazla gülerdim ama artık o kadar normal bir şey gibi geliyor ki bana. zaten evden çıkmayı çok sevmeyen biri olarak öyle zorlanmadım karantina sürecine adaptasyonda. ama yine de hiçbir şey umursamadan çıkıp gezmenin tadı bambaşkaymış... bugünlerin hemen geçmesini ve normal hayatımıza bir an önce dönmemizi umuyorum, çünkü hunger games gibi her gün tv başında 'acaba kaç kişi oldu?' diye beklemek canımı sıkmaya başladı. her gün rakamlar ikiye katlanıyor, bizim insanımız hala balık falan tutuyor.

yalnızlık da bir vurdu beni açıkçası. delirmeme ramak kaldı. kendimi -bahsettiğim israilli şarkıcı- mergui ile sevgili olmuş ve kendimizi izole etmişiz gibi hayaller kurmaya başladım. nasıl bir bilinç altım varsa her olaya karşı kendini ümitlendirecek bir detay bulmayı başarabiliyor. bir de daha dün gece gavin leatherwood'a karşı bir yükseliş yaşadım ama konumuz bu değil. sizlere biraz kendi aşk hayatımdan da söz etmek istiyorum.

ben okulda birine -hatta iki kişiye- çok fena düşmüşüm de haberim yokmuş. buna da dün karar verdim. ilki tam benim aradığım tip aslında. uzun boylu, fit görünümlü ve yakışıklı bir çocuk. derslerde genelde tam önümde oturuyor ve gözlerim bayram ediyor. hele erkeksi bir oturuşu var ki beni benden alan sizlere anlatmam mümkün değil... ona Romeo diye hitap edeceğim. çünkü yakışıklı, genç ve hayalimdeki romeonun siyah saçlı hali olduğundan olabilir. neyse tek problemi her hafta yanında farklı bir kız görüyor oluşum. zaten benim kaderim bu... insanlar keyfini sürerler ben de ancak uzaktan bakarım ya da 'aaa whatsapp profil fotoğrafını değiştirmiş' diye ağzımın sularını akıtırım.

diğeri daha serseri tipli bir çocuk. hal ve hareketlerini ilk aşkım olan Kırmızı'ya benzetiyorum açıkçası. hal ve hareketleri dediğim de mekandan mekana koşması falan muhtemelen. ama inanılmaz bir çekim hissediyorum ona karşı. okula karşı Romeo'dan daha ilgisiz biri ve bence iyileştirilmesi gereken yaralar olduğunu hissettiğim için ona karşı bir şeyler hissediyorum. -severim ben çünkü öyle şeyler- genelde kafamda bir hayal canlanırsa genelde bu çocuk oluyor. farklı bir havası var anlatılamaz yani. ona da Benvolio diyeceğim. onunla takılmak, gezmek, dolaşmak ve onu sevmek bambaşka olurdu diye düşünüyorum...

yanıp tutuştuysam devam ediyorum. bu aralar yine chat app'lerine sardım -çünkü bütün gün evdeyim ve yapacak başka hiç bir işim yok- orada da şans eseri sabaha karşı saat beş gibi birinin mesajını gördüm ve konuşmaya başladık. arayışımız aslında birebir ama beni ondan iten bir şeyler var. iki maddede inceleyebiliriz bunu aslında; bottom-vari tavırlar ve aseksüellik ihtimali. evet seks benim için ilişkide akla gelen ilk şey değil. elbette cinsellik de ilişkide çok önemli bir detay ama biriyle seks üzerinden sağlıklı bir ilişki kurulmayacağını düşünmekteyim. bana verdiği pozlardan falan çok bottom gibi geliyor ve ben maalesef iğrenç bir insan olduğum için 'errkek gibi errkek olmalı!' tezimden asla vazgeçmiyorum. hani öyle diğer insanlar gibi çok yakışıklı olsun, zengin olsun şeyim yok ama yanıma da yakışsın. sadece 'yokluk' diye bağıran bir ilişki de kurmak istemem doğrusu.

şimdi sizlere bol bol içimi döktükten sonra annemle birlikte yaptığımız -benim iğrenç yaptığım- sarmaları yemeye gidiyorum.
türk yemeği olan sarma @kimkardashian

berry xx

13 Şubat 2020 Perşembe

nişanlanmış

''hayatımda gerçekten hiç aşka bu kadar yakın olduğumu hissetmemiştim. bilemiyorum, belki de ben şu an kendi kendime gelin güvey oluyorum ama onun da boş olmadığını biliyorum.'' diye bahsetmişim Americano hakkında yazarken. o yazıdan bir kaç ay sonra ne yapacağımı bilemez bir halde durum güncellemesi yapıyorum. duygularımın arasında kayboldum adeta! 

mutsuz muyum yoksa içim kavruluyor mu bilmiyorum ama çok güçlü bir his yaşadığımı biliyorum. biraz başlara gideyim. bol bol konuşuyorduk onunla başlarda. inanılmaz iyi bir sohbetimiz vardı, kendimize ait bir mizah anlayışımız bile vardı. sonralarda bir şeyler bozulmaya başladı. aslında başladığı saniyeden itibaren sonunun ne olacağını biliyordum ama yine de beynimde dolaşan düşünceler beni daha çok bağlıyordu ona. texas'da yaşıyordu inanılmaz iyi bir ailesi vardı. aslında klasik latin kökenli bir amerikan ailesine sahipti. kardeşini beyzbol oyuncusuydu, annesinin bir güzellik salonu vardı ve aynı zamanda yoga-zumba takıntısı vardı. çok istemiştim o aileye girmeyi çünkü bana çok güzel geliyordu. kafamda oraya gittiğim hayaller geziyordu, ailesiyle birlikte olduğumuz anlar canlanıyordu. en ince detaylarıyla hemde. sonra aradan iki hafta geçtikten sonra telefonla konuşmalarımız kesildi. yazışmalarımız da. sürekli ortalıktan yok oluyordu ve engelleyip geri dönüyordu. ben kafamda tamamen bitirmiştim tabii ki! -o sıralar zaten Oidipus hayatıma girmişti diyebiliriz- ama çok üzülmüştüm. gerçekten ilk kez bir şeylerin rayında gittiğini hissetmiştim. o istanbul'a gelmeyi çok istiyordu ben de onun yanına gitmeyi. ama en sonunda tamamen engellendim. 

dün gece Chocolate'ın facebook'undan hesabına bakmak istedim ne yapıyor ediyor diye. gördükten sonra ne kadar içimin acıdığını anlatmamın ihtimali yok! nişanlanmıştı. hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir tokat yemiştim. belki ilk kez hayatımda olan biri nişanlanıyordu ama buna kesinlikle hazır değildim. üstelik benim doğum günümde nişanlanmıştı. o girmek istediğim ailenin fertleri bunu beğenmiş ve yorumlarda mutluluktan uçuyorlardı. nişanlandığı çocuğun profiline girdim. annesi fotoğraflarını beğenmişti. aileye girmiş yani. hayallerini kurduğum aileyle. ben annesiyle zumba yaptığımız görüntüleri bile kafamda canlandırmıştım oysa! çok üzüldüm, yıkıldım açıklamak gerekirse. hazır değildim böyle bir şeyi görmeye. biz belki de çok güzel olabilirdik eğer aynı ülkede yaşasaydık. ama olmadı. ben her zaman olduğu gibi sırtıma biraz daha hüzünü yükleyip yoluma devam etmeye başladım. 

mutluluk dileyemiyorum. dilim varmıyor. buna isteyen bencillik desin ama ne kadar az konuşmuş olursak olalım ben ona karşı çok yoğun şeyler hissetmiştim. o da hissetmişti -belki de çok iyi bir yalancıydı- Chocolate dün farketti ki aslında ilişkileri iki bin on sekiz yılına kadar uzanıyormuş. muhtemelen araları bir süre kötüydü ve o sıralarda bana yazdı. ben onu ve beni istemeyen herkesi çok da güzel pişman edeceğim gelecekte, biliyorum. 

ben hiç bir şey yaşayamayacağım. istemeye istemeye bunu kabul etmeye başladım. yapayalnız göçüp gideceğim hiç sevilmeden. insanlardan farklı olarak şunu biliyorum ama ben sevilmeye layık birisiyim. ama seven kimse yok işte. umarım kaderim bu yazdıklarımı yanlış çıkartır ve çok da güzel severim gelecekte ama bu ülkede kaldığım sürece yaşayacağım hiç bir şey olmayacak. amerika'ya gittiğim gün başlayacak benim kaderim bunu çok iyi biliyorum. türkiye'de eşcinsel olarak aşkı bulmak çok güç bir şey. o siteler falan hepsi çöp! bomboş insanlarla dolu herkes duygularını bir kenara bırakmış, sadece bacaklarının arasına çalışıyor akılları. böyle bir şey yapamam ben aşık olmak için doğmuşum, sevmek için yaşıyorum. 

içim hala oldukça buruk. kırgınım. kabullenemiyorum da biraz. çünkü beni engellemiş olsa bile ailesinin hesaplarına arada sırada bakıyordum. meğer içimde gizli saklı 'keşke yazsa' diye bir çığlık yatıyormuş ama benim bundan haberim yokmuş. yine kaybettim. bilmem kaçıncı kez ve son da olmayacak. ama bana en çok yara veren şey olduğu kesin. bütün hayallerimi yine gömdüm kalbimin içine. artık dayanacak sabredecek güç bulmakta o kadar çok zorlanıyorum ki anlatmama imkan yok! yine kandırıldın işte! aptal! yine kandın! yine sen kaybettin! diye içim içimi yiyor...

ben çok bunaldım. hayatta belki de bir ilişkisi olsun diye en çok çabalayan insanım ama bir kez bile aşk gelip kapımı çalmadı henüz. çok yazık. en güzel yaşlarım geçiyor ama yalnız! bir süre bu olay yüzünden depresyondan çıkamam sanırım... yapacak bir şey yok... bu 'nişanlanma' olayına alışsam da iyi olur çünkü benim hayatım böyle gitmeye devam ederse ben bu hissi daha çooook yaşarım gibime geliyor.

berry x



4 Şubat 2020 Salı

yılın kerizi

bugün şans eseri facebook'un oyunları arasında gezerken bir uygulama dikkatimi çekti. hani böyle ''ruh eşin nerede?'' ''seni 2020 yılında neler bekliyor?'' tarzı sorulara cevap bulduğumuz bir oyundu. ben böyle şeyleri severim doğrusu. geleceğim hakkında basit spoilerlar alıyormuş gibi hissederim.

aşk tanrısı zeus sana ne mesaj yazacak?

karşıma ilk çıkan soru buydu ve tıkladım. içimde bir mutluluk ''şuradan güzel bir şey çıksa da biraz mutlu olsam ehehe'' moduyla mutlu mutlu bastım. ama zeus beni mutlu etmek yerine şu (yandaki) cevabı vermek istedi. bekar hayatının tadını bu güne kadar çıkardım ben zeus ya! yetti yani bu kadar iki mutlu olayım diye girdim kemiklerimi kırana kadar beni dövmüşler gibi ayrıldım. ben sonra bu cevaptan tatmin olmayıp tekrar denedim. orada da ''düzenli ilişki sana göre değil. ailenin bekar, yakışıklı, milyoner amcası olacaksın.'' cevabını aldım. neyse en azından milyonermişim dedim, sustum. hemen ardından başka bir teste geçiş yaptım.

ruh eşin nerede?

en azından nerede olduğunu bilir oralarda aradım ama meğer aradığım kişiye şu anda ulaşılamıyor, aradığım kişi başka biriyle fingirdeşiyormuş! hatta öyle biri yokmuş ben en azından bir yerde beni bekliyordur diye kendimi teselli ediyordum... aşk bana uygun değilmiş ben kuşlar gibi özgür olmak için doğmuşum. sap olmam için yaratmış allah beni resmen. bunu da tescillemiş oldu bu uygulama alıp duvarıma asacağım yakında... özgürlük falan güzel de zaten ilişkide iki insanın birbirini kısıtlamasına inanılmaz karşı bir insanım. ben mutlu olmak için biriyle birlikte olacağım kısıtlanmak ve mutsuz olmak için değil. yalnız yeterince mutsuzum zaten! burada da tokatlandıktan sonra yetmedi bir sonraki teste geçtim tekrar.

ruh ikizin kim?

adamlar bana ''senin ruh eşin yok! senin ruh eşin yok ki sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?'' demiş ama ben asla pes etmemişim... akrep inadı ya işte huyum kurusun bir kez daha tokatlanmak istemiş bu minik kalbim. yeniden kapı gibi öyle biri yok! diye uyarı verdiler. salak berry! sen de kabullensene illa inat illa inat durduk yere üzdün kendini. düşmanların diline düştün. bir de sonuna dalga geçer gibi belki başka hayatta yazmışlar. ay ne olur olmasın öyle bir şey bu hayatın başkası da mı varmış! bırakmadılar ki yaşayalım... bir daha mı çekeceğim bu dertleri oku çalış yeniden okumaya başla mezun ol hayda yine bir iş telaşı hayatta kalma savaşı ve şansıma yine evde kalma durumu... yok ben almayayım. kalsın. bir de şansıma bin kat kötü bir durumda doğarım öldüğümle kalırım. reenkarnasyona inanan bir insanım ve geçen aylarda bulduğum regresyon terapisine göre aslında geçmiş hayatta yaşadığımız ve yaptığımız şeylerin bedelini ve ağırlığını bu hayatlarımızda da çekiyormuşuz. nasıl bir insansam geçmiş hayatımda allah bir günümü şöyle rahat yaşatmadı. neyse, bir diğer teste geçelim.

hayatınızın gerçek aşkı kim?

gerizekalı daha ne desinler istiyorsun. bu yıkıklığın, yıkılmışlığın en dip seviyesi sanırım. adamlar diyor ki 'yok yok yooook!' ama ben inatla hanimiş benim aşkım nerede bekliyormuş beni bakış açısıyla polyannacılık oynuyorum. allah gerçekten beni bildiği gibi yapsın. başka diyecek şey bulamıyorum. aldığım cevap kendi kendime mutlu olduğumu söylüyor. uygulamayı yapan gerzeklere de iki çift lafım var hayatından memnun olan insanlar ne yapsın bu sitelerde test yapmakla! hayatı düzgün olanlar yakışıklı / güzel sevgilileri ve hayatlarıyla bize instagramdan gösteriş yapıp kıskançlık krizlerine sokmaktan başka bir şey mi yapıyorlar ya?! yazın oraya 'hayatın muhteşem olacak!' 'beş vakte kadar prens kapında' 'allah belamı versin ki %100 kesin bu sene sonu hayatının aşkı kapına geliyor gelmezse gel beni s....' olsun bitsin bu iş. zaten yıkık insanlar geliyor oraya bir de üstüne binbir çeşit hakarete maruz kalıyoruz! hiç hoş değil. duyar kasıp anket shaming yaptığıma göre bir diğer ankete geçebiliriz... mutluymuşum kendi başıma... hele hele...

bir sonraki anketten bahsetmeden evvel şunu söyleyeyim; içinde gerçekleşmesine en inanmadığım (diğerleri daha muhtemel yani sonuçta evde kalacağım tescillendi neticede) olay çıktı karşıma. 

sevgililer gününde seni neler bekliyor?

ben kalbim ege'de kaldı yazımda yunan flörtüm olduğundan bahsetmiştim. birden karşımda böyle bir cevap görünce şaşırmıştım doğrusu. ama dediğim gibi içinde en inanmadığım ve gerçekleşmesi en imkansız olan cevap bu... yapacak bir şey yok. belkeyeceğim 14 şubat'ı. zaten bu sıralar bir karar aldım bu güne kadar hep ben milletle konuşmak için can attım hep ben mesajlar attım. bu kez oidipus'da kendimi geri çektim. o yazmadan yazmıyorum mesela. bu benim için büyük bir adımdı ilk defa kendi saçımı süpürge etmiyorum. ama çok şükür ki şu ana kadar her gün mutlaka yazışıyoruz. (nazar değmesin) açık konuşmak gerekirse yine depresif bir sevgililer günü geçireceğimi düşünüyorum. ümidim yok AMA ümit fakirin ekmeğidir derler ya içimde uslanmaz (ve artık tescilli) bir keriz olduğu için şu an içimde sanki 14 şubatta biraz romantik olaylar yaşanacak gibi bir his geliyor... bakalım bakalım neler olacak!

berry x


3 Şubat 2020 Pazartesi

'senin sevgilin mi oldu sanki!'

geçenlerde kardeşim sevgilisinden ayrıldı ve genel olarak negatif bir ruh haline sahipti gün boyu. biz de kahvaltılarımızı etmek için anneannemlere gitmiştik. sobanın üstünde ekmek kızarttık ve tereyağıyla yedik. kahvaltı tam anlamıyla muhteşemdi ama sonrasında olan oldu.

annemle mutsuz ruh halinden kurtulması için biraz dalgaya vurmaya başladık. işte 'sen unutacaksın zaten boşver, bak geçen de böyle olmuştu hemen başkasını bulmuştun ne olacak ki' diye hem telkin ediyor hem de kendi aramızda biraz gülüşüyorduk. sonrasında ben 'hem nasıl olsa bir kaç gün sonra başka birine takılacaksın unutacaksın' dedim. annem de derken bana hiç bir şey söyleyemiyordu. ama bu kez tek başıma söylemiştim ve bana birden bire sert çıkışmaya başladı. 'sen ne anlarsın niye aptal aptal konuşuyorsun sanki senin sevgilin oldu nereden bileceksin ki' diye bir çıkışta bulundu.

aslında bugüne kadar onun hiç bir sözünün beni bu kadar acıtmadığını fark ettim. haklıydı. sevgilim yoktu. ama sanki ben istemiyormuşum da olmuyormuş gibi davranılmasından nefret ediyorum artık. beni seven olmuyormuş işte görünen o ki mal ortada ne yapacağım yani bu saatten sonra. ben türkiye'de yaşamaya devam ettiğim sürece böyle 'aptalca' çıkışları sürekli yaşayacağımı çok iyi biliyorum çünkü olsa bile zaten herkesten gizli saklı yaşanacak şeyler. yine onlar benim sevgilim yokmuş gibi davranmaya devam edecekler.

ama türkiye'den taşındığım zaman tamamen açılacağım. hiç bir şeyimi gizli gizli yaşamak zorunda kalmayacağım. sevgilim ile instagrama fotoğraflar bile atacağım! HAHAAAY BERRY! kim tutar seni be! insanların şöyle bir hayatıma bakıp 'vay vay durdu durtu turnayı gözünden vurdu' demesini istiyorum. gerçekte olacak şey ise cinsel kimliğim aile dramalarına yem olacak ama binlerce kilometre ötede olacağım için hiç bir şeyin umrumda olmayacağını umuyorum...

neyse... o günler gelecek. bu bloga da ilk fotoğrafımı düğünümde koymayı planlıyorum doğrusu. yani hiç.


berry x

2 Şubat 2020 Pazar

kalbim ege'de kaldı

ben uzun zamandır biriyle konuşuyorum. hep derim ya kendimi bildim bileli hiç bir zaman türk biriyle olacağımı hissetmedim diye. bunu yineliyorum. klasik olarak gay dating applerinde bol bol zaman öldürüyordum. aslında o kadar uzun zaman oldu ki onunla konuşmaya başlayalı tam olarak ne zaman başladık konuşmaya asla hatırlayamıyorum. 'naber nasılsın' tarzı -asla devamı gelmeyen- bir sohbet içindeydik. sonra klasik olarak 'haydi instagrama geçelim yahu' denerek geçildi.

aşk konusunda hala umutsuz biriyim yani elbette ona karşı kimi duygularım var ama gerçekleşecek mi yoksa gerçekleşmeyecek mi bilmek istiyorum. onunla başlarda 'ben ilişki istiyorum' tarzında konuşmuştum ve aldığım cevap 'ilişki fazlaca sorumluluk isteyen bir şey' olmuştu. yani hayaller yine kuyunun en dip köşesine gitti diye düşündüm. bir süre yazmadım hiç. sonra o yazdı ama bir gün konuşuyoruz beş gün konuşmuyoruz öyle bir durumun içindeydik.

şunu söylemeden geçemeyeceğim ama
gözleri çok güzel

neyse benim vurulup düştüğüm yer zaten gözleriydi. ondan öğrendiğim çok şey var aslında düşünecek olursak. mesela sadece bu deli mi yoksa hepsi mi yapıyor bilmiyorum ama bu havalarda bile sahile gidip denize giriyor! bir tuhaf doğrusu.

o her zaman aşk düşüncesinden kaçtı ve ne zaman konuşsak 'ama ben gerçekten seni üzmek istemiyorum. ben bunu bilmiyorum.' mesajları gündelik bir rutin haline gelmişti. bu arada her zaman birbirimize anlık fotoğraflar atardık bak kahve içiyorum, bak uyandım şimdi gibisinden. ve kendisi fotoğraf gönderdikten sonra her zaman 'eğer başka türden bir fotoğraf istersen bana söylemekten çekinme diyordu.' ben biraz kaçan kovalanırı oynamak istedim açıkçası ve işe yaradı da. benim koştuğum onunsa peşimde kovaladığı dönemlerde birbirimizi çok daha fazla tanıdık aslında. bana dinlediği şarkıları atıyordu, politika hakkında konuşuyorduk hatta o sıralar deprem falan olmuştu beni rahatlatmaya da çalışmıştı.

sonrasında delice sarhoş olduğum günlerden bir gün -sanırım ikimizin de libidosunun yüksek olduğu zamanlardı- konuşmaya başladık biraz dirty dirty. sonrasında ufak ufak seksi-msi fotoğraflar göndermeye başladık birbirimize. ben aç gibi tabii ki gönderdiği anda siler miler diye onları telefonuma indirdim. ben habire tuvalete gidiyorum bahanesiyle misafirlerin yanından ayrılıyor 20-30 seksi fotoğraf çekiyor ve ona gönderiyordum. gerçekten beğendiğini tepkilerinden görebiliyordum hatta bana geçen gün yolladığı ses kaydında 'o fotoğrafları aklımdan çıkartamıyorum' diyordu. gerçekten çok tuhaf şeyler yaşıyoruz aslında ama bir ilişki içinde değiliz belki de bu öyle bir evredir. 

'sen her zaman güzel birisin
tişörtünle veya tişörtsüz'

diyor mesela. şimdi buraya yazınca böyle sapıkmış gibi durdu gözüme ama aslında öyle değildi. beni beğendiğini biliyorum. insanların aşktan korktuğu ya da kaçtığı bir döneme denk gelmiştim. yanlış bir dönem bu benim için! herkesin aklı aslında bakarsak tek bir yere çalışıyor ve kimse gerçekten duyguların da ne kadar önemli olduğunu önemsemiyorlar! 

sinirlendim. güzel şeyler oluyor gibi ama kendimi üzüp kahretmemek için -çok da alışık değilmişim gibi- kendimi olabildiğince inandırmamaya çalışıyorum. inanırsam üzülmekten korkuyorum. kendisi de her zaman bunu söylüyor zaten. ama bir kalp kırıklığında daha ne yapabilirim bilmiyorum. 

bu beye 'oidipus' diye hitap edeceğim günlüğün geri kalanında yaşanan gelişmeleri de artık anında yazmaya çalışacağım. 2020 iğrenç bir şekilde ilerliyor hangimizin bu yılı sağ bitireceğinden emin değilim ama bu yıl blogda oldukça online olmayı düşünüyorum. dikkat edin kendinize!

berry x


üniversite hayatına giriş felsefesi

okullar başlayalı ne kadar zaman oldu artık saymayı bıraktım. ama mutluyum. fazla yoğun olması ve evime oldukça uzak bir mesafede olması dışında hiç bir sorun yaşamıyorum. ve istanbul trafiği dışında tabii!

ben okul günlüklerini yazmak istediğimi söylemişim aralık ayında madem öyle başlayayım dedim hazır yapacak bir şey bulamamışken. okulun ilk günleri inanılmaz klasik geçti aslında kimse birbirini tanımıyor, ne yapacağını bilmiyor çok da yeni bir ortam sonuçta. ben ise okulun başlamasından bir hafta önce başlamıştım hayeller kurmaya. güya okulda sevgili bulacakmışım. bak bak bak! hayallere bak! neyse ilk iki gün sadece okulu keşfetmekle geçti. nerede ne var burası ne sınıfı vesaire zaten sürekli koşturmacayla geçiyor o günler.

sonrasında bir gün okula giderken yoldan biri gelip ''aa sen bizim sınıftansın'' dedi ve bir yolculuk başladı aslında. başlarda bunun aşka dönebileceğini hatta onun benden hoşlanıyor olabileceğini bile düşünmüştüm. yakışıklı biriydi, fiziği düzgündü yani işte bir insana ilk baktığınızda içinizi hoş edecek çoğu şeye sahipti. ama tabii ki başlarda erken konuşmamak gerekiyormuş! hani derler ya insanı tanıdıkça bir şeyler değişir diye. -ondan 'kara' diye bahsedeceğim- neyse işte kara başlarda güzel ilgiliydik falan filan hani yakışıklı çocuk sonuçta hala tam olarak bir şeyleri bitirmiş değilim ama en azından %100 heteroseksüel olduğuna kendimi inandırdım ve yoluma baktım.

sürekli kara'yla takılıyorduk bütün gün özellikle okulun son günü uzun bir boşluğumuz oluyordu gidiyorduk yemek yiyorduk, sinemaya gidiyorduk falan. hatta bowlingde bunu yenmiştim söylemesi ayıp... neyse sonra eküriye tabii ki başkaları da eklendi ve benim kopmam kolay oldu. gerçekten eğlenceli çocuklar özellikle 'asyalı' olarak bahsedeceğim arkadaş. gerçekten okula katlanabiliyorsam bir şekilde onun sayesinde diyebilirim. en olmadık durumlarda bile şakalar yapıp eğlenecek bir yol buluyoruz kendimize.

kara'da beni rahatsız eden özellik ise şu oldu dönem boyunca; hiçbir şeyden doğru düzgün memnun olmaması ve dersle ilgili ne olursa olsun okulun suçlanması. tamam dünyanın en iyi okulunda okumuyoruz ama bence okulun hiç bir problemi yok gayet düzgün ilerliyor her şey. ben çalışıyorum ve sınavlarımı gayet iyi veriyorum onun için hiç problem yaşamıyorum. bu arada gerçekten öyle derslerim beklediğimden inanılmaz ilerliyor. tabii ki bana verilen klasik not alma, dersi dinleme taktiklerini her zaman uyguluyorum ama not alma işini biraz ilerlettim ve artık hocanın ağzından çıkan her kelimeyi yazan bir halde buldum kendimi.

bu dönem çok hızlı ve sanki sürekli sınav olarak geçti. sosyal hayatımın dönem boyunca öldüğünü çok büyük bir rahatlıkla söyleyebilirim. sınav dönemleri bırakın çıkıp gezmeyi yemek yerken bile suçlu hissediyorsunuz! okulumda da mazeret sınavı yahut bütünleme yok yani bir dersten kalırsanız kalmak zorundasınız kurtarma şansınız yok.

hep dert yandım biraz da güzel şeylerden bahsedelim. sınıfta elbette hoşlandığım kimseler oldu. ama böyle lisede olduğu gibi 'ya benimsin ya da kara toprağın' değil. daha böyle amaaan olsa ne olmasa ne modunda şeyler hissediyorum. karşıma gelirse bakıyorum -allah bana göz vermiş tabii ki bakacağım- ama özellikle 'sırık' diye bahsedeceğim kişi dönemin başından beri tarzını değiştirdi ve bu son tarzı beni bitirdi doğrusu. baştan aşağı siyah giyiyor bir de palto alıyor yanına... görmeye değer bir görüntü çıkıyor karşımıza. ama tabii ki berry hiç bir zaman gidip de doğru düzgün oturaklı birine aşık olmaz nerede it kopuk varsa ona düşer. bu da öyle her gördüğümde elini tuttuğu kızlar değişiyor bilmiyorum...

bir de 'belalı' var. belalı değil yanlış anlaşılmasın lakabını o seçtim. sebebi ise çoğu zamanlarda okula gelmemesi ve yaşından büyük işler yapmasından kaynaklanıyor. barmenlik yapıyormuş sanırım ve tanıştığımız ilk gün ulu orta seks anılarını anlatmıştı oradan anladığım kadar anladım vallahi! ah ne olacak benim şu kötü çocukları evcilleştirme isteğim... genelde vardır ama bu insanlarda kimse doğru düzgün insanları sevmiyor hepimiz bir uğraş verme çabasındayız ya da ulaşılmazlıkları bizi onlara bağlıyor. mesela ben belalı'yla sevgili olmayı isterdim. birinci sebebi gayet güzel bir çocuk olması, ikinci sebebi ise eğlenceli bir kişiliğinin olması. sınıfta biraz dışlandığını seziyorum kimi zamanlarda. bu arada sırık ve belalı aynı gruba mensuplar yani genelde ikisini birlikte görme fırsatım oluyor bu da benim için artı bir sebep...

okulda gözlerim olabildiğince çok bayram etmeye çalışıyor ama şöyle gönül rahatlığıyla peşinden koşabileceğim bir beyefendi çıkmadı karşıma doğrusu... onların hepsi diğer kampüsteler. neyse yapacak bir şey yok elimizdekilerle idare etmeye bakacağız...

olaylara derslerden bakacak olursak ben başlangıçta oldukça çok korkuyordum açıkçası. doğru düzgün ders işlenmeyen bir liseden mezun olduğum için ders çalışmak nedir ve nasıl yapılır soruları ile ilgili hiç bir bilgim yoktu. ama gerçekten kendimi verdim ve elimden gelenden fazlasıyla kasıp ders çalıştım. bütün sınavlarım çok iyi geçti. sınıfta olan bir ablayla sınıf birinciliği için yarışıyoruz şu anda hatta.

üniversite hayal ettiğin gibi bir şey miydi derseniz buna kesinlikle evet derdim. on iki senelik eğitim hayatından bildiğinizi unutun diyorum. daha özgür ve özgün bir ortam sizleri bekliyor. başlarda alışmam zor olmuştu çünkü derse geç girmek, derslerden erkenden çıkabilmek falan lisede benim için ölüm gibi bir şeyken şu an oldukça sıradan şeyler oldular. ama belirtmeliyim ki üniversitede derslerdeki tüm sorumluluk sizde yani hocalar bir yere kadar size bilgileri veriyor kalan araştırmayı sizin yapmanızı bekliyorlar konu bitsin ya da bitmesin. lisede alışmışız bir ünitede iki hafta geçirmeye bu da tuhaf gelmişti. ve çok daha yoğun olduğunu da belirteyim yani üniversite sınavı geçince her şey bitiyor tezini kim ortaya attıysa büyük bir yalan olduğunu söylemeliyim. neyse okul günlüklerini olabildiğince yazmaya çalışacağım. bahar dönemi çok yakında başlıyor bana şans dileyin!

bu arada dün gece bir bloga daha başladım. bol bol erkek gıybeti yapacağımız bir blog görmek için tıklayınız.

berry x