12 Aralık 2018 Çarşamba

hayatımın erkeği neredesin?

uzun zamandır içimden gelenleri yazmadığımı fark ettim. aslında sebeplerim var bunlardan en önemlisi bilgisayarım bozuk. aslında hayatımda değişen hiç bir şey yok. hala hayatımın erkeği olacak kişiyi arıyorum ama maalesef öyle birinin türkiye içinde olmadığını fark ediyorum. ben de birini bulamayınca ünlüler dünyasının yakışıklılarına kaptırdım kendimi deli gibi. biraz yakışıklı gıybeti yapalım haydi.

kafamda öyle biri var ki... justin timberlake... imkansız gibi görünüyor şu an adam evli çoluğu çocuğu var ama her ne olursa olsun o benim minik aşk tırtılım. kafamda kurduğum hayali koca kesinlikle o. hatta bunun yüzünden kiminle konuşursam konuşayım onun kadar harika olmadığını fark edip konuşayı asla sürdüremiyorum. içimde sanki onu aldatıyormuşum gibi bir his oluşuyor ne alakaysa. mesela hayranlık meselesini de reddediyorum. justin ve benim aramda olan şey aşk. aksini asla kabul etmiyorum. sonunda
evde kalacağım justin timberlake yüzünden. gerçi gelecek planlarım gerçek olursa bekle bizi nikah masası.

#berryjustinwedding tag’ini kullanmayı nasip et allahım duy beni
çok amin. instagram bio’ma ”@justintimberlake’in kocişi 💕 çocuklarının babişi 💕 ilk tanışma tarihimiz, ilk sebi seviyorum deme tarihimiz, ilk seks tarihimiz” diye yazmayı da nasip et allahım. ay hele justin şu sıralar bir yapılandı kaslar yaptı normalde zayıf kemik gibi insanları severim ama bebeğim justin timberlake.  sen her şeyi bilen ve yaratansın bunu bana çok görme allahım. amin amin amin. çok amin.


bir deeee yeni bir crush edindim. çok yeni daha. bilen var mıdır bilmem ama CNCO diye yeni bir müzik grubu kuruldu ve orada çook tatlı bir latino boy varr. erick brian colón. masumca youtube’da gezerken önerilenlerde bir grup dikkatimi çekti dedim bir izleyeyim.
izledim ve fena bir şekilde düştüm. o gözler o latin hava o ispanyolca. zaten bir erkek gelsin karşımda ispanyolca konuşsun ben eririm zaten. gerçekten latinler yakışıklı olmasa bile karizmasıyla çekiyor kendilerine. hele şu sıralar libidom yüksek. o gözler, o bakışlar, o hareketler ahhhh allahım yanıyorum diye çığlık attırır insana. elite dizisini izledim geçenlerde ispanyolcaya taptım. hemen öğrenmem lazım. cnco da bana yeni one direction olarak geliyor. 

biraz da normal hayattan bahsedelim. geçenlerde de biriyle tanıştım. olmadı bir şey yani zaten bana fazla gelmişti o bir iki beden ama bir problemi vardı “biseksüelim ama tedavi oluyorum.” falan diyordu. bir insan kendi olduğu kişiyi nasıl bilmez de bunu hastalık olarak kabul eder ki. bir de diyor  ki kanser tedavisi bile bulundu bu mu bulunmaz. biz lgbt bireyleri bile kendimizi tanımayıp kabullenmezken insanların kabullenmesini nasıl bekleriz ki? ben hala gözlerim camda rapunzel edasıyla bir koca gelir umuduyla bekliyorum. oysa masallarda bile kocayı bulup hayatını kurtaran bir tek rapunzel. ah ah. amaan her neyse. evden dışarı da çıktığım yok doğru düzgün iki yakışıklı görelim kaldım bir başıma. 

bu yazı hiç içime sinmedi yaa sadece canım bir şeyler yazmak istiyordu bir uğrayayım dedim. haydi öpüldünüz

-berry x

12 Eylül 2018 Çarşamba

bir gün öleceğim

bir gün öleceğim. yakın ya da uzak bilmiyorum. ama ‘gerçek’ anlamda ölmek istemiyorum. bir yerlerde “adını bilen son kişi öldüğünde gerçekten ölürsün” yazısını görmüştüm. hiç yaşamamış olacağım bir zamanlar. 

ben hatırlanmak istiyorum. şu an çevremde olan çoğu insan anlamasa da ben bir gün yıldız olacağım. gerçek anlamda bir yıldız. bu dünyayı değiştireceğim. savaşları başlatan biri olduğu gibi, bitiren ve barışı getiren biri de olmalı. o benim. 

her insanın bu dünyaya gelirken bir amacı olduğuna inanıyorum. benim amacım ise bir sanatçı olmak. doğduğumdan beri yapmak istediğim tek şey bu. herkesin anlamasını beklemiyorum tabii, sanatın meslek olarak bile görülmediği bir ülkede doğdum ve anlamamaları normal. bir an önce mezun olup bu tımarhaneden kurtulmak istiyorum. 

öldüğüm zaman, insanların arkamdan “o gerçek bir sanatçıydı, bir şeyleri değiştirmek istedi, cesurdu.” demesini istiyorum. 

şu an hayallerime oldukça uzağım ama gerçekleşeceğine inanıyorum. hayatımı hiç bir zaman ‘sıradan’ tasarlamadım. hep göz önünde ve spot ışıklarının altında hayal ettim. 

sanatı sadece kendim için kullanmak istemiyorum. bir hayır kurumu kuracağım ve dünyanın dört yanındaki insanlara yardım edeceğim. 

başta dedim ya bir gün öleceğim. belki yetmişimin sonunda belki gencecik. bu bloga yazıyorum çünkü içimden geçen şeylerin bu dünyada kalmasını istiyorum. 

bir gün anlaşılacağım. bir gün herkes tarafından kabul görüp sevileceğim. artı bir şeyler olsun istiyorum çünkü hayatımı tek düze yaşamaktan nefret ediyorum. 


-berry

26 Ağustos 2018 Pazar

alacakaranlık sendromu

dün gece televizyonda her yaz tatilinin klasiği alacakaranlık vardı. ve ben de herkes gibi oturdum ve arkadaşlarımla yazışarak filmi izlemeye başladık. koca filmi izledik iki saat boyunca üstüne birbirimizle sohbetini ettik. şakalar komiklikler.

bella’nın egosuna, edward’ın yakışıklılığına, emmet’a karşı ne kadar aşkla baktığımıza kadar her şeye değindik izlerken. ölüm sahnelerinde ‘aa bak bu sen ölünce ben’ esprilerini de yaptık. ve hepimizin içinde yatan o karanlık geçmişi yeniden hatırladık. 

twilight izleyip kendini vampir sanmak/hayal etmek! 


ben şunu hatırlıyorum kendimle ilgili küçüğüm o zamanlar kuzenimle yanlış hatırlamıyorsam tutulma’yı izlemiştik. sonra kuzenim dedi ki ‘haydi vampirmiş gibi davranalım.’ bu söz salak çocuk aklıma çok yatmıştı. yolda insan görünce kendimi tutmaya çalışmalar -tutmasam ne yapacağım acaba aşırı merak ediyorum- üç öğün ketçap yemeler, vişne suyu içmeler -kana benziyor çünkü, ağlıyorum şuan- kaldırım gördüğüm an atlatıp artistik pozlar vermeler ve en önemlisi şu ‘ACI!’ diyerek delici gözlerle bakıp karşısındaki kişiyi süründüren abla gibi kardeşimi karşıma alıp ‘ACI’ diye yarım saat bakardım. 

birde biz kuzenimle işi ilerletip hemen google’a ‘nasıl vampir olunur?’ yazmıştık bile! hazırsanız tarifi veriyorum. 1 su bardağı şeker- neyse gerçekten veriyorum; bir virüs mü ne varmış, o virüsü iğneyle bir yarasaya veriyormuşsunuz ve yarasayı kendinize ısırttırıyormuşsunuz. biz buna inandık. salak salak virüs falan aradık. hiç kimse de demedi yavrum salak mısınız ölüp gideceksiniz diye. 

kuzenim bir ara akıllanıp vazgeçmişti falan ben atar yapıyordum ‘sen yarı yolda bıraktın bunu hak etmiyorsun.’ gibi oysa akıllıymış o. bunu geçen gün fark ettim ki beyni yeni bilgilere açık yaşlarda bu filmi izleyen herkeste olmuş bu sendrom. 

saçma maçma da gelse millete vampirler falan küçüklüğümün en ikonik günleriydi bunları izlemek. hayatımın bir parçası hala açar izlerim arada bir geçmişi yad ederim. 

ayy dün ne sövdük bella’ya ve tüm vampir alemine. yani sinirlenmemek elde değil ama kız ilk filmden beri ‘ya edward allahın varsa beni vampir yaparsın!’ diye yalvarmıyor muydu? edward çevirmedi. madem çevirmiyosun seksinizi yaparken korunsana salak vampir kız orda kaç ay canı burnunda acılar çekti öldü kaldı vampir uyandı. değdi mi edward bey? 

neyse ben yine sinirlenecek bir şey buldum. haydi ben kaçar. 

berry. 

25 Ağustos 2018 Cumartesi

valla yalan yok

yalanı sevmem. söylemeyi de, söylenmesini de. ne boş bir şey öyle. ama bazen küçük oyuncuklarnhauatı eğlenceli bir hale çeviriyor. bugün uzun zamandır konuşmadığım bir arkadaşım yazınca aklıma geçmişte ona oynadığım o küçük oyun geldi.

facebook’un moda olduğu zamanlarda arkadaş olmuştuk. doğu’da bir ülkede yaşıyor sosyal medyayla arası çok iyi değil falan. adı da irish olsun. irish, bana sürekli yok bana sevgilim şunu yaptı, şu kadar saat seviştik, böyle bir aşk yok, ay terk etti beni diye gelir anlatırdı. geçtiğimiz iki yıl içinde de benim canıma tak etti. yeter artık dedim. bende bir şeyler anlatacağım. sosyal medyayla arası iyi olmadığını bildiğim için bir youtuber’ın resimlerini instagramdan alıp dedim ki ‘artık benim bir sevgilim var!’ ne nasıl tanıştınız falan başladım anlatmaya işte ‘bir yerde karşılaştık numaraları aldık buluştuk bir yerlere gittik çok eğlenceli gerçekten aşkı hissediyorum.’ falan döktürdüm anlattım. 

bayram vaktiydi olay, annemle tanıştılar şimdi gezmeye gidiyoruz dedim. biz o çocukla yedik içtik birbirimizin evlerine gittik kaldık yani gerçekten ciddiymiş gibi yaşaya yaşaya anlatıyorum. sonra kavga ettik diyorum uzuun uzun anlatıyorum. bir de gerçekmiş gibi yazarken yüzüm gülümsüyor falan salak gibi.

hatta bu yetmez dedim işin içine biraz drama ekleyeyim. hayatım yeterince trajedi zaten biraz daha arttırayım dedim. büyük bir kavga ettik ben dayak yedim dedim. bir sövüyoruz ama bir sövüyoruz yani. o youtuber çocuktan özür diliyorum her şey için. çok sövdük o gece. hayatında bir şeyler ters giderse benim yüzümden gider üzgünüm. çok beddua ettim. 

bir de sverige’de olaya dahil oldu o ara. o da diyor ‘ah berry ne çekti ya çok üzülüyorum’ falan her konuşmalarında bunun konusu açılıyor. hala asla söylemedim bu oyundu kankacım demedim. bugün de dediğim gibi uzun zamandır konuşmuyorduk yazdı. neden yazmıyorsun bana falan dedi. ben hemen ‘...’dan sonra depresyondaydım biliyorsun kendimi derse verdim’ dedim. kısacası ben bile korkuyorum kendimden. bana güven olmaz. akrep burçlu kimselere çok güvenmeyin. 

bu aralar çok yazıyorum. dedim ya özlemişim yazmayı. bir kişi bile okuyor mu bilmiyorum ama yaşarken zevk almadığım şeyleri çoğu kez burada yazarken ve sonra okurken eğleniyorum. 

seviliyorsunuz

berry. 

24 Ağustos 2018 Cuma

bu nasıl bir sıcak böyle

son bir kaç gündür ciddi anlamda yanıyorum. hava o kadar sıcak ki duştan çıkıp daha kurulanırken başlıyorum ‘of çok sıcak’ demeye. hani tamam deniz kum güneş okay iyi eğlenceli haha falan ama geceleri uyuyacağım desen uyku yok beş yüz saat dön dolaş yok olmuyor. bir film izleyeyim kitap okuyayım da iki kültürleneyim desen yok onuncu sayfada ter tanecikleri süzülü süzüle göze giriyor. çıkıp bir yerlere gitsem desek güneş tepede akşam baş ağrısı. bir de o amele yanıkları ve acı çekmek sonra yoğurt sürme ritüelleri. yok yok en iyisi bahar.

havalar sıcak olmasın demiyorum. olsun ama yerinde olsun. önceden böyle değildi hava ya sanki biraz daha normaldi çöl sıcağı yoktu. geçmişle günümüz arasında çok fark var aslında. mesela eski türkiye’de avrupalı-amerikalı turistler gezerlerdi binbir türlü milletin insanı gezerlerdi türkiye şehirlerinde. şimdi istanbul’un her yerinde türkçeden çok arapça tabelalar ve kara çarşaflı araplar var. 

hatırlıyorum eskiden taksim ne kadae hoştu. şuan sanki arabistanın bir yerini geziyormuş gibi gösteriyor maalesef. bunun sebebi politik olarak dünyadaki durumumuz olduğunu düşünüyor ve çok irdelemiyorum. mazallah bir şafak operasyonuyla alınırım falan. 

bu sıcak bir tek nasıl çekilir biliyor musunuz? böyle tatil köyünde olacaksın sağında solunda yakışıklılar güzeller keseceksin onlara kendini beğendirmeye çalışacaksın diskonda eğleneceksin yemeklerini yiyeceksin (ki tatilde o pancake falan benim tabak bildiğiniz bir dağ oluyor fit gidersem fat dönüyorum tatilden) ancak öyle çekilir. 

geçenlerde de hava sıcak diye bir denize gidelim dedik. demez olaydık aldılar beni yanlarına sabahın erken saatlerinde daha kargalar bokunu yemeden gittik sahile kadar ayağımızı suya sokamadık. pinpirikli benim kuzenimle sevgilisi tutturdular ay yosun var ay bu insanların girdiği suya girmem ben diye. ayağımızı sokamadan çıktık. yolda bunlar aptal aptal her şeye kavga ettiler. yok gözünün üstünde kaşın var, yok whatsapp’ı neden sildin. sonra beni postaladılar eve çekemedim onları ağzımı açıp tek bir kelime bir şey konuşmadım. çok boş bir gündü. 

ama annem demişti. kuzenine güvenipte gitme gel bizle gidelim eğlenelim demişti. ben eve dönüp kös kös oturdum annemler orda yediler içtiler yüzdüler güneşlendiler. salak olduğumla kaldım.  

sıcaktan bunalmış bir halde yatağımda uzanırken, ‘allahım cehennem provası mı bu ya’ diye haykırarak yazıyorum bunları. 

gerçi şey gibi de gözükmek istemem ‘ay allahım nolur bahar gelsin kış gelsin battaniyemi üstüme atıp film izleyeyim fotoğraf atayım instagrama story atalım off’ 

ben daha çok bahar insanıyım hava ne sıcak ne soğuk olacak. ortalama güzel araplar gelirken ülkelerinin sıcaklarını da getiriyorlar herhalde. çöl sıcağı çünkü bu serap falan görüyorum. 

neyse ben çok konuştum çok sıcak beynime vurdu herhalde aldım elime telefonu yazdım öyle içten bir sohbet olsun iki sohbet edelim diye özlemişim yazmayı ama. 

haydi seviliyorsunuz. 

berry. 

23 Ağustos 2018 Perşembe

hayatımda güzel giden şeyler çok az

hayatımda çok az şey rayında gidiyor. uzun zamandır prtalıkta yokum çünkü gerçekten hiç bir anlatacak şeyim yok. sadece söyleyebilirim ki sınavım iyiydi ve yetenek sınavlarım yaklaştı. içimde sadece bunun stresi var. her gün uyurken, uyanınca ya da bir yere gidince aklımda olan tek şey acaba bir okul tutacak mı kaygısı oluyor. biraz da gelecek kaygısı. biraz da değil çok gelecek kaygısı.

aşk hayatına gelince. kırmızı’yı en son karne aldığımız gün gördüm. içimde o kadar burukluk vardı ki bundan sonra hiç bir zaman yan yana gelmeyeceğiz. gözlerimle veda ettim ona. onun haberi yoktu elbette ama ben son kez baktım ona. içim yandı gerçekten veda etmek çok zor. bir daha göremeyeceğimi bilmek daha zor. zaten hayatımın arka planında aşk-ı memnu fon müziği çalıyor. yeşilçam filmlerinden çalınmış bir sahne gibi vedamı ettim. aslında ben mahvolurum ölür biterim diye düşünüyordum ama öyle olmadı. bir kaç gün içinde kendimi toparladım. ölenle ölünmez dedim ve matem havamı attım üstümden.




‘artık yepyeni bir hayat vardı önümde’ diye bir anlatım da yapayım. nesi yeniyse artık. 

kırmızı’yı özlüyor musun diye sorarsanız, evet özlüyorum. onu sevmeyi özledim ya da acaba bugün okula gelecek mi diye beklemeleri özledim. bilmiyorum belki de bu bir tip bağımlılıktır. 

ama hayatımda bir güzel giden şey de hayatıma birileri girdi bu yokluğumda. gerçi hoş geldiler ve gittiler. biri kaleciydi iyi bir çocuktu ama bana yazmayınca ben de ona yazmadım ve konu böyle kapandı. yine chat sitelerinden birinde mr. kibar’ı gördüm. adını da değiştirmek lazım çünkü kibarlık kalmamış soğuttu kendinden biraz. 

ama doğru düzgün biri girdi gibi. gibi diyorum çünkü eşcinsel ilişkilerde “ay acaba aktif mi pasif mi?” soruları vardır hah işte benim de kafamda o sorular var. eğer pasif çıkarsa çok üzülürüm çünkü iyi biri ve mutlu olacağımı hissettiğim biri. onun adı kaptan olsun. yine chat sitelerinden birinde tanıştık önce instagram sonra whatsapp’dan konuşmaya devam ettik. şuan her şey iyi gibi gözüküyor arada bir bebeğim-tatlım gibi kelimeler kullanıyor. hiç alışık değilim ışık tutulmuş tavşan gibi kalakalıyorum karşısında. 

hayatımda iyi giden şeyler böyle. daha buzdağının altında bir şeyler var ama hiç bir zaman hatırlayıp da kendimi üzmek istemiyorum. ve bu sene tatil yok maalesef rus aşklarıma kavuşamıyorum maalesef. akrep dövmeli çocuk ve anton’u saygıyla analım buradan. 

bu günlüğü de gelecekte bir gün açıp da okuyayım neler yaşamışım bakayım diye yazıyorum ve bazen yardımcı oluyor böyle eski anılarda bir yolculuk yapıyorum. güzel oluyor.

çok şanslıyım ki çevremde çok iyi insanlar var beni destekleyen bir aile ve arkadaşlara sahibim bu iyi giden en iyi şey işte. 

aşk istiyorum gerçekten. hayatımda seveceğim, sevgi gördüğüm biri olsun istiyorum. evet sevgili oldu iso falan vardı ama hiç sevildiğimi hissetmedim. çok değişik bir duygu bu yaşlar bir daha gelmeyecek en güzel yaşlar sonuçta. 

şimdilik bu kadar yazayım ve artık blogu tekrar başlayalım günlüklerimize bakalım hayat bize neler gösterecek. bir de dua edin kaptan ile çooook güzel şeyler yaşayalım. gıybet edilecek çok şey var. 

seviliyorsunuz

berry. 


16 Ocak 2018 Salı

benim en güzel pişmanlığım

en acı yanı da, gözlerine bakamamak olsa gerek. yan yana olduğum zaman bile gözlerinin içine doyasıya bakamıyorum. o kadar özel ki bakmaya kıyılmıyor. anlamasından korkuyorum birşeyleri. ama olsun anlasın, ama olmuyor. hayatımda isteyeceğim son şey onun bana karşı nefret beslemesi olurdu. gözlerinde binlerce his var. aslında sadece gözlerinde değil, gözlerim onu gördüğü an kalbimde oluşan sancının tarifi yok.

her seferinde ilk kez görüyormuşcasına atan kalbim ve içimde dolanan onlarca güzel his. sanki dertlerim bir kenara çekiliyor ve bir kaç dakika mutlu olmama izin veriyor gibi.

benim mutluluğum ve mutsuzluğumun tek sebebi. nasıl ikisini birden başarıyor? nasıl beni dünyanın en mutlu ve en mutsuz insanı arasında götürüyor bilmiyorum ama sanırım kırmızı benim en güzel pişmanlığım. pişmanlık olur mu bilmiyorum onu sevdiğim için bir gün bile pişman olmadım. aslında o olmasa bilmiyorum her şey çok boş olurdu. ne kadar beni tanımıyor bile olsa bana ne kadar çok şey kattı. onun için değiştim, onun için güçlü kaldım ve her gün onu görebilmek için daha heyecanla okula gittim.

dünyadaki en muhteşem erkek o bana göre. gözleri, dudakları, saçları her bir noktası benim özelim. hani kimi ikinci günde melankoliye giren çiftler gibi değil isyanım. ben ona dört yılımı verdim. olmadık, olamadık orası ayrı ama şunu içimden gelerek söylüyorum:
 ben sevilmeyi hak ettim.

ama verdiğim değerin gramını almadım ondan. aramızda bir uçurumdan farklısı var. aramızda bir kız yok sadece, benim sevdiğim çocuk başka bir cinsiyetten hoşlanıyor bunu yaşamadan anlatılamaz bir şey. ne kadar acı çekersen çek, ağlarsan ağla olmayacak. kesin ve net bir şey. ne kadar acı  değil mi? 

içimde bir umut var bugün değilse yarın olacak. hissediyorum nedendir bilinmez ama bir gün yollarımızın kesileceğine inanıyorum. 

mevlana'nın bir sözü var, diyor ki 'hayat sana arka arkaya dikenlerini gösteriyorsa sakın üzülme, aksine sevin. çünkü çok yakında gülü de gösterecektir.' aşk konusunda hiç bir zaman gül göremedim. sevgilim oldu ama hiç bir zaman sevilmedim. 

sevilmek, kutsal bir şey. ama sanırım benim için kutsal olan kırmızı'nın gözlerinin içine doyasıya bakıp gülmekti. bir istekten öteye gidemedi hayallerim. içimdeki sevgi gün geçtikçe daha çok artıyor ama olmayacağını, gerçekleşmeyeceğini hatırladıkça bir duvara toslamış gibi kalıyorsun ortada. 

her ne olursa olsun. sevin. aşk kutsaldır, aşk güzeldir ve eğer doğru kişiyse size cenneti yaşatır. kırmızı benim için doğru kişi değil, biliyorum. insanlar bana 'o iyi biri değil' dedikçe savunmak istiyorum ama olmuyor. ne yaparsa yapsın aşkım bir gram azalmıyor. kalbim ona ait bunu hissediyorum ve her ne olursa olsun ondan kopamayacağımı hissediyorum. hayatında biri de olsa ben sessizce ağlayıp izledim. kimi zaman mutluluk haram dahi olsa, onu sevmekten pişman olmadım. dedim ya, o benim en güzel pişmanlığım. hayatımın rengi o. mutluluğum... mutsuzluğum... kıskançlığım... sevgiyi de nefreti de doyasıya yaşadım onunla ama bir an bile pişman olmadım. ve dünya, sana o kadar çok teşekkür ederim ki beni onunla tanıştırdığın için. beni aşkla tanıştırdın. 






14 Ocak 2018 Pazar

özlüyorum

yazmayı özlüyorum buralara ama yazacak bir şey yaşadın mı derseniz hayır. içimde sanki bir şeyler biriktiriyorum ama bu sayfayı açtığım anda gidiyor hepsi. aklımda onlarca fikir var ama iki kelimeyi bir araya getiremiyorum.

bol bol kitap okudum şu sıralar. özellikle stefan zweig'ın kitaplarına takmış durumdayım. o kadar mükemmel kitaplar yapmış ki, çoğu cümlesinde kendimi buluyorum sanki. ilk sayfalarda daha içine çekiyor beni. şu sözle başlıyor 'bilinmeyen bir kadının mektubu' ''sana, beni asla tanımamış olan sana'' aslında ne kadar beni anlatıyor bu cümle. aslında kafamın içinde onlarca düşünce var kırmızı'ya karşı. o bilmese de tanımasa da ben onu seviyorum. dört yıldır vazgeçemediğim tek şey. Ne kadar da doğru bir cümle. kafamda milyarlarca anımız var, ama kırmızı adımı biliyor mu? bilmem. belki. küçük bir ihtimal.

bir doğru cümle daha: ''senin her sozcüğün benim için bir incil ve dua yerine geçti.'' kırmızı kötü biri bunu biliyorum kalbimin, beynimin her köşesinde bunu biliyorum ama vazgeçemiyorum. her yolu denedim yüzüne dahi bakmadım bir süre ya da okulda görmedim ama olmadı yapamadım. yine bir yerden sesini duydum kalbim attı. yine. unutamadım onu. onu sevmek aslında her saniye olduğun yerde saymak gibi bir şey. hiç bir bok olmayacağını biliyorsun ama yinede vazgeçemiyorsun tıpkı öyle bir şey işte. tıpkı o söz gibi, onun ağzından çıkan her kelime kutsal oldu bana. ondan iğrenmem gerektiğini söylerken insanlar, ben onu kutsal gördüm. benim kutsalım oldu.

ve yakın zamanda anton çehov'dan martı'yı okudum tekrar. o kadar güzel bir kitap ki, karakterlerin düşünceleri o kadar özel ki. treplev ve nina'da kendimi buldum sanki. treplev'in düşünceleri beni çekti kendine. insanlardan farklı olmaya çalışması ama her seferinde bir engelle karşılaşması hatta annesinin bile yeni şeyler denemesini onaylamaması. tek aşkı nina olan sağdık biri. nina ise oyuncu olmak için her şeyi yapmaya hazır bir genç kız. oyun boyu onun yaptığı hataları ve çöküşü bana kendimi hatırlattı ben de öyleyim. hayallerime kimi zaman annem bile inanmıyor (tıpkı treplev'in annesi irina gibi.) ama ben, hayallerimin peşinden nina gibi gitmeye çalışıyorum. büyük bir hata ya da geri dönüşü olmayan bir şey olsa dahi.

ben özlüyorum çok kırmızı'yı. her gün aynı ortamda bulunup konuşamamak ya da bakamamak ne kadar acı bir şey. ya da ben ona taparken, onun adımı bilmemesi falan. son senem. ona dolu dolu bakmamın son senesi. bir kaç ay sonra tamamen hayatımdan çıkacak ve ben ne yapacağım gerçekten bilmiyorum. kanadı kopan bir martı gibi kalacağım sanki.

ya da belki, hayatımın bir yerinde hiç yaşanmamış bir şey olarak kalacak. hatırlamayacağım, anımsamayacağım. unuttuğum diğer şeylerin yanında sonsuza kadar kaybolacak bu duygularım ama benim tek gerçek aşkım bu hayatta. bir kez aşık oldum. ben 'aşk bir kezdir ikinci olmaz!' diyenlerden değilim. aşk gelir ve geçer sevgi kalır. ama ben kimseyi onun kadar seveceğime inanmıyorum. bilemiyorum sanki yolun başındayım ama, hissediyorum sanki. özleyeceğim onu. nasıl devam edecek hayatım bir kaç ay sonra?

sanki şuandan dört koca yılın kıymetini bilememişim gibi geliyor. d ö r t   k o c a   y ı l. unutmak istemiyorum. kaybetmek istemiyorum ama, sanki ellerimden uçuyor gibi.

romeo ve juliet'den bu konuya en uyan alıntıyla bitiriyorum yazımı. ''aramak boşuna, bulunmak istemeyeni.''