14 Ocak 2018 Pazar

özlüyorum

yazmayı özlüyorum buralara ama yazacak bir şey yaşadın mı derseniz hayır. içimde sanki bir şeyler biriktiriyorum ama bu sayfayı açtığım anda gidiyor hepsi. aklımda onlarca fikir var ama iki kelimeyi bir araya getiremiyorum.

bol bol kitap okudum şu sıralar. özellikle stefan zweig'ın kitaplarına takmış durumdayım. o kadar mükemmel kitaplar yapmış ki, çoğu cümlesinde kendimi buluyorum sanki. ilk sayfalarda daha içine çekiyor beni. şu sözle başlıyor 'bilinmeyen bir kadının mektubu' ''sana, beni asla tanımamış olan sana'' aslında ne kadar beni anlatıyor bu cümle. aslında kafamın içinde onlarca düşünce var kırmızı'ya karşı. o bilmese de tanımasa da ben onu seviyorum. dört yıldır vazgeçemediğim tek şey. Ne kadar da doğru bir cümle. kafamda milyarlarca anımız var, ama kırmızı adımı biliyor mu? bilmem. belki. küçük bir ihtimal.

bir doğru cümle daha: ''senin her sozcüğün benim için bir incil ve dua yerine geçti.'' kırmızı kötü biri bunu biliyorum kalbimin, beynimin her köşesinde bunu biliyorum ama vazgeçemiyorum. her yolu denedim yüzüne dahi bakmadım bir süre ya da okulda görmedim ama olmadı yapamadım. yine bir yerden sesini duydum kalbim attı. yine. unutamadım onu. onu sevmek aslında her saniye olduğun yerde saymak gibi bir şey. hiç bir bok olmayacağını biliyorsun ama yinede vazgeçemiyorsun tıpkı öyle bir şey işte. tıpkı o söz gibi, onun ağzından çıkan her kelime kutsal oldu bana. ondan iğrenmem gerektiğini söylerken insanlar, ben onu kutsal gördüm. benim kutsalım oldu.

ve yakın zamanda anton çehov'dan martı'yı okudum tekrar. o kadar güzel bir kitap ki, karakterlerin düşünceleri o kadar özel ki. treplev ve nina'da kendimi buldum sanki. treplev'in düşünceleri beni çekti kendine. insanlardan farklı olmaya çalışması ama her seferinde bir engelle karşılaşması hatta annesinin bile yeni şeyler denemesini onaylamaması. tek aşkı nina olan sağdık biri. nina ise oyuncu olmak için her şeyi yapmaya hazır bir genç kız. oyun boyu onun yaptığı hataları ve çöküşü bana kendimi hatırlattı ben de öyleyim. hayallerime kimi zaman annem bile inanmıyor (tıpkı treplev'in annesi irina gibi.) ama ben, hayallerimin peşinden nina gibi gitmeye çalışıyorum. büyük bir hata ya da geri dönüşü olmayan bir şey olsa dahi.

ben özlüyorum çok kırmızı'yı. her gün aynı ortamda bulunup konuşamamak ya da bakamamak ne kadar acı bir şey. ya da ben ona taparken, onun adımı bilmemesi falan. son senem. ona dolu dolu bakmamın son senesi. bir kaç ay sonra tamamen hayatımdan çıkacak ve ben ne yapacağım gerçekten bilmiyorum. kanadı kopan bir martı gibi kalacağım sanki.

ya da belki, hayatımın bir yerinde hiç yaşanmamış bir şey olarak kalacak. hatırlamayacağım, anımsamayacağım. unuttuğum diğer şeylerin yanında sonsuza kadar kaybolacak bu duygularım ama benim tek gerçek aşkım bu hayatta. bir kez aşık oldum. ben 'aşk bir kezdir ikinci olmaz!' diyenlerden değilim. aşk gelir ve geçer sevgi kalır. ama ben kimseyi onun kadar seveceğime inanmıyorum. bilemiyorum sanki yolun başındayım ama, hissediyorum sanki. özleyeceğim onu. nasıl devam edecek hayatım bir kaç ay sonra?

sanki şuandan dört koca yılın kıymetini bilememişim gibi geliyor. d ö r t   k o c a   y ı l. unutmak istemiyorum. kaybetmek istemiyorum ama, sanki ellerimden uçuyor gibi.

romeo ve juliet'den bu konuya en uyan alıntıyla bitiriyorum yazımı. ''aramak boşuna, bulunmak istemeyeni.''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder