7 Aralık 2019 Cumartesi

haydi biraz yakışıklı gıybeti yapalım

yazmayı en çok sevdiğim seri olan yakışıklı günlükleri serisinin uzuuun bir aradan sonraki ilk bölümü ile geldim! bu sıralar eskilere dönüyorum çok yakında okul günlükleri serisi de gelecek bunu da dipnot olarak eklemiş bulunayım. en son yakışıklı günlüğü yazılarını 2016 yılında yazmışım. araya yakışıklı serpiştirdiğim bir yazı varmış onu da dahil ettim seriye. böylelikle bu dördüncü oluyor. çok uzun bir zaman oldu ama artık daha yollu bir insana evrildiğim için birlikte daha fazla yanabiliriz diye düşünüyorum.

  • yakışıklı günlüğü 1 için tıkla yirmi iki ekim iki bin on beş'de azmışım
  • yakışıklı günlüğü 2 için tıkla dört şubat iki bin on altı'da azmışım
  • yakışıklı günlüğü 3 için tıkla on iki aralık iki bin on sekiz'de ağlayarak azmışım
uyarı: azgınlık, kan ve vahşet içeriyor!!!!

instagramımda kaydedilenler kısmına girdim şimdi. şu dosya birinin eline geçse yemin ediyorum insan içine çıkamam. sonra bakarım diye kaydettiğim erkeklerin hepsi orada duruyor ve büyük bir tesadüf ki çoğu yarı çıplak falan bir de penislerinin belli olduğu fotoğraflar kalite kontrolü için oraya geçiyorlar. tamam, kabul ediyorum binbir türlü erkek fotoğrafı var orada ve yarı çıplak olmasalarda cinsel dürtülerimi harekete geçirebilirler. artık tam o yaşlardayım. yapacak bir şey yok. 

şöyle bir anımı anlatarak başlamak istiyorum artık yokluktan neler yaptığımı siz görün de yorumlayın. uzun boylu erkeklere her zaman aşık olduğumu hepimiz biliyoruz. işte bunun için ben şu son bir kaç haftadır basketbol maçları izlemeye gidiyorum ve bir offf çekiyorum. gözümü bir iki saat bayram ettiriyor ve eve geliyorum. basketbolcuların da erkeksi oluşları ve her şeyden nce fit görüntüleri elbette beni kendilerine çekiyor. bugünkü listeme bir basketbolcu eklemeyi de unutmadım elbette.

bugün biraz komşu ülkelerimizden yakışıklılardan bahsedelim diyorum. yakın coğrafyamızı tanıyalım ve komşularımızla iyi geçin(r)elim ;)

o zaman ilk komşumuza gidelim. yunanistan. insanları falan her bokları bize benziyor ama asla birbirimizle geçinemiyoruz. neyse bugün bir yunan tanrısı ile tanıştıracağız. inandığım tek tanrı bu arada. loukas yorkas. eurovision takipçileri onu 2011 yılından tanır aslında ama biz bugün meleksi sesini değil yüzü ve pantolonunda sakladığı 'büyük' sır hakkında konuşacağız. 

yani sizi çok bilmiyorum ama bana yunan denildiğinde aklıma gelen ilk kişi loukas oluyor. okyanus mavisi gözleri sarıya kaçan saçları ve erkeksi yüz hatlarıyla daha bebeyken bile beni kendisine düşürmeyi çok rahat bir şekilde başarmıştı. bir kaç yıl öncesine kadar aslında kendisini unutmuştum. ama geçmişimizden asla kurtulamıyoruz bir yerde karşıma çıktı ve bam ben hemen pantolonusıyırdım! uzun boy! bence en önemli şey. kendimden uzun birini görürsem ben direkt olarak düşüyorum başka hiç bir şeyde böyle bir şey olmuyor. neyse çok fena big dick energy aldığım da bir gerçek. milim milim inceledim. 140p kalitedeki konser videolarını bile izledim sırf yeterli kalite kontrolü yapabilmek için. neyse üzüldüm yine kendime biraz daha övmeye devam edelim. 

daha çok role girebilmek için bir şarkısını açtım meleksi sesi kulaklarımda gezerken birazdan orgazmdan acile kaldırılacağım haberi yok. ben bir erkeğe sadece erkeksi tavırlarından bile düşebiliyorum. -yani kimi kandırıyorsun ki herkese tak tak düşüyorum- bu beni zorluyor çünkü sokağa çıktığımda çok dhaat bir şekilde beş altı kere kendinizi cinsel açlığın ortasında bulabiliyorsunuz. neyse, loukas'da da bu var işte tam olarak! erkeksilik böyle konser videolarını falan izlerken yaptığı her hareket kalbimi çarptırıyor. bakınız bu çok önemli bir özellik ve herkes bunu yaptırtamaz. 

şu boydan fotoğrafına bakınca mesela aklımdan tek bir şey geçiyor. yani gel ya ne olursun bana gel diyor insan. yani berry öyle diyor. gel diyor... ne olursan ol koynuma gel diyor... ama yani isterdim. bir düşünsenize bir uyanıyorsunuz yan tarafınızda bir yunan tanrısı uyuyor... kim istemez ki... bir klibi var bu erkeğimizin. den pao sti douleia diye. onun klibinde mesela gözlerinin maviliğinde kayboluyorum boyunun etkisiyle de tokat yemişe dönüyorum.. mesela benim dark mind'ım şöyle şeyler düşünüyor. bununla seks yapacak olursam aynı şöyle bir şey yaşanacak; ''Ahhh, istanbul'un intikamını al benden.... AHH KIBRISSSS!'' daha çok şey derim de birazı içimde kalsın.

***

daha fazla kendimi kaybetmeden sıradaki beyefendimize geçelim. bir diğer komşumuz ukrayna'ya uçuruyorum şimdi sizleri. orada bir dansçı ve model var. adı nazar grabar aman allahım. bir ukraynalı şarkıcının klibinde keşfetmiştim kendilerini ve bir daha da unutamadım. saatler sürer stalk serüveninin ardından instagramını falan da buldum. az önce dedim ya hani böyle erkeksi tavırları seviyorum falan diye. tamam. o dediklerimi şimdi unutuyoruz. çünkü çok zor da olsa kimi zamanlar bebek yüzlü kimseleri de beğendiğim oluyor. mesela onlardan biri de bu beyefendimiz. klipte dünyaya yeni düşen uzaylımsı bir şeyi anlatıyordu. kadın bunu buluyordu ve evine alıyordu yatıyordu kalkıyordu aynı benim yapacaklarım gibi. 

o klipten sonra birazcık bu çocuk için kadının konserlerini falan izledim ay nasıl tatlı dans ediyor nasıl yaşıyor. insan diyor ki bu hareketleri keşke benim de yatağımda yapabilse ama demekle kalıyor sadece. böyleleri bize bakmaz ümit yok. sadece ağzımdan salyalar akarak bakıyorum öylece. sanki hiç yarın olmayacakmış gibi... dudaklar da benim için çok önemlidir. büyük dudak olmasa bile şekilli bir dudak olmalı. daha çekici kılıyor. bu çocuğun da çok şekilli ve özel dudakları var insan bir öpücük almak istiyor. ben bu çocuk olsaydım akşama kadar ayna karşısına çırılçıplak geçip kendimi seyredeydim. oofff ben neyim be diye bakardım öyle yani. neyse bu çocuk daha çok yeni olduğu için öyle çok fantaziler yaratamadım kafamda gelecek yazılarda yine azarım azdıkça yazarım. yazmaktan başka şansım da yok zaten. sap olmak böyle bir şey. amman 'nazar' değmesin!

***
ve şimdi de yakışıklıyı komşuda değil kendi yurdumuzda arıyoruz. milli gururumuz ve kalbimin sahiplerinden sadece biri... cedi osman hakkında ileri geri konuşacağım biraz. basketbolcu erkeklere çok fazla yükseldiğimi anlatmıştım ama bu çocukta çok daha farklı bir şey var. tam olarak ne bilmiyorum. aldığım big dick energy olabilir bunun en büyük kaynağı. gülşen'den bir alıntı yaparak yazmaya devam etmek istiyorum. ''yanıyor, yanıyorum. bir ihtimal biliyorum...'' ufak bir şekilde özetlemiş benim ruh halimi. yani tek bir cümleyle ben hazırım yani. çocuğa gidip yazmayı hiç düşünmedim değil o kadar büyük düştüm yani. erkeksi tavırları kendine has tarzı ve tipi ile bitiriyor. pantolon da çok yakışıyor bu arada. bacaklar uzun olunca :) bir de o kollardaki kaslar incecik bacaklar HOOOOF hani şu an tıkandım. hakkında ne anlatsam bilmiyorum. ama şunu diyebilirim ki eskiden basketbol izlemek çok daha güzeldi bu günlerde daha zor. salak bir tayt çıkmış ortaya şortun altına giyiyoruz. biz basketbolcuları 'merhabaaa ben buradayım' diye bağırarak belli olan penisleri için sevmiştik ama... bizi neden kimse düşünmüyor. biz yanıklara kimi haklar tanınmalı artık iki bin on dokur bitti bakın bir on yılı daha geride bırakmak üzereyiz! 
neyse, gelsin ben bu gece hazırım. türkün gücü neymiş bana göstermesini o kadar çok isterdim ki... bana ne yapacağı umrumda değil istediği her şeyi yapabilir gıkım çıkmaz çünkü. gerçekten sözlerin bittiği noktalardayım. geçenlerde durduk yere bütün sitelerde belki bir yerlerde pipisi bellidir diye fotoğraflarını karıştırmıştım. ertesi gün sınavım vardı cedi.. ama ben seni seçtim anlıyor musun beni?

sizin de gördüğünüz gibi bayağı bir dolmuşum ve uzun zamandır yazmadığım kadar uzun yazı yazabildim. çünkü yazarken hiç bir şey için kasmama gerek yok sadece kendi içimden geçenleri yazıyor ve kendi başıma eğleniyorum. benim için de bir stres atmaya yarıyor ve işte yaradığını da söyleyebilirim. artık yeni bir erkek dedikodusu ne zaman gelir hiç bilmiyorum ama arayı bu kadar çok uzatmak istemiyorum. 

bu arada bilmiyorum masterchef falan izliyor musunuz ama ekin ve alican şahıslarına da çok düştüm bu aralar...

berry x



12 Eylül 2019 Perşembe

hayat çok üzerime geliyor

''sevgi yok olup gitti, beni kahreden budur. bağışlarım, çünkü aşk, suça iter seveni.'' -shakespeare 

her şey o kadar çok üstüme geliyor ki sanki bir bataklığın dibine gömülüyorum. her geçen saniye yeni bir şey öğreniyorum ve bu beni içten içe katlediyor. dertlerin arttığını ve benden bağımsız bir insana dönüştüklerini görüyorum. daha bir tane acıyı sindiremeden hemen bir başkası tokat gibi yüzüme çarpıyor. 'bende bu şans olduktan sonra...' dedim en son Hamlet'e. uzun bir süredir birbirimizle iletişim kuramıyorduk, en son dayanamayıp yazdım. kısa bir muhabbetin ardından 'taşındım ben de enişten var artık' yazdı binbir samimiyetsiz emojilerle. hani olur ya artık kaldıramayacağınızı hissedersiniz. hah! işte tam olarak oradayım şu an. sonsuz bir uçurumdan aşağı bakıyorum. şiddetli bir rüzgar vücudumu alıp uzaklara götürecek ama çaresiz ayaklarım hala yere güçlü güçlü basma derdinde.

sonsuza kadar yalnız kalma fikrine inanmıyorum. elbette birini bulacağım ama küçükken hep ilk aşkımla evlenme hayalleri kurardım. çok değil beş sene önceki bana bu olaylar anlatılsa asla inanamazdım yaşadıklarıma. ama hayat bu, yaşanıyor işte bir şekilde. arkadaşlarım her zaman çok beklediğimi ve iyi birini bulacağımı söylüyorlar ama artık ümidim ya da dayanma gücüm kaldı mı bilmiyorum. çok ağırdı biliyor musunuz.. yani düşünün bir kaç ay öncesinde buluştuğunuz, tatlı hayaller kurduğunuz ve hatta ortak iş yapacağınızı söyleyen bir kişi bir anda 'enişten var artık' diyor. ben kafamı nerelere vurayım asla bilmiyorum. yarın ne göreceğim kestiremiyorum. geçen her gün kalbimin sızısı biraz daha şiddetleniyor. şaşırmayacağım eğer kendimi bir anda Kırmızının düğününün ortasında bulursam.

şu an arka planda sezen aksu'dan küçüğüm çalıyor. eskiden bu şarkının sadece çocukluktan bahsettiğini zannederdim. ama her dinlediğimde bir sözünü daha farklı yerlerde hissediyorum. meğer neler neler anlatıyormuş öyle değil mi? ne kadar az yol almışım, ne kadar az. yolun başındaymışım meğer. evet sezen, yolun başındayım. ama bu yol beni aydınlığa mı çıkartacak? yoksa karanlığa mı terk edecek? mutsuzluk bana göre değil bana farklı şeyler lazım mesela aşk. ne kadar zor bir şeymiş aşk meğer, ben hiç böyle düşünmemiştim küçükken. belki daha çok bekleyeceğim, yolun başındayım ya daha. kim bilir. hiç şöyle bir şey hissettiniz mi; mutlu olmaya çalışmaktan yorulmak. gerçekten özeniyorum kimi insanlara. liseden sevgilileriyle evlenenler, ilk aşklarıyla evlenenler. böyle bir hikayem olmayacak gelecekte çocuklarıma anlatacağım. kim bilir belki de çok daha iyisi olacak şu an geleceği kestirmek çok zor.

bir şeyden bahsetmek istiyorum. ben Hamlet ile ilişkimiz flörtten çok bir iş arkadaşlığına döndükten bir süre sonra birileriyle konuşuyordum ve içimde hep bir suçluluk vardı. sanki onu aldatıyormuş gibi. oysa ne kadar boşmuş. ki o bana hiç bir zaman biz romantik bir ilişki arayışında değiliz demedi. işimiz sürerken olmaz etik değil ama sonrasında elbette demişti bana bunu çok net hatırlıyorum. ben her zaman Hamlet ile güzel olacak diye düşünürdüm. birbirimizin oyunlarını izlerken falan. görüyorum ki kendimi yine boş yere ümitlendirmişim bu kadar zaman. belki de beyefendi şu an beni enişteme(!) anlatıyordur. bu hayatta hiç bir şeyi kıskanmam. bir şey hariç. benim hayalini kurup kendimi mahvettiğim şeyleri gözümün önünde insanların yaşaması. işte buna gelemiyorum. benim hakkımdı anlıyor musun. sen benim günlerdir, haftalardır, aylardır dilediğim şeyleri üç gün önce gelip kapamazsın. ama olsun bu hayat adil değil bunu kabullenmem de zor olmadı. en büyük tokatı geçen sene sınavlarımda görmüştüm zaten. mutsuz bir insan olmak istemiyorum. hiç bir zaman da istemedim. bunları yazmak bile bana çok tuhaf geliyor çünkü ben çevresinde güler yüzü ve pozitif enerjisi ile tanınan biriyim. hayret.

öyle ya da böyle yaşıyorum. aptal, her şey daha farklı olabilirdi aptal! demedende bir günüm bitmiyor şu aralar. o kadar çok bunaldım ki. bunun sebebi her şeyin üst üste gelmiş olması. dün dansçıdan bugün oyuncudan çektim. hayır işin kötü yanı mesleğimden de soğutacaklar beni! şaka yapıyorum. bugün hala gelecek hakkında umutlarım varsa bunun tek sebebi yapacağım iştir. aşkta meşkte benim şansım yok maalesef.

zaten ben ne çekiyorsam kendi aptal kafamdan çekiyorum gerçekten. yani hemen hayal kuruyorum, bir şeylerin olduğunu görüyorum ve BUM bir yerden patlak veriyor.

aklıma ne geldi. ben ve eski sevgilim hala arkadaşız. ayrılalı bir üç dört yıl oluyor. blogda da bolca bahsetmiştim onun hakkında. onun bağzı değişik yetenekleri var. anlık olarak konuştuğu kişinin geleceğinden bir şeyler gördüğünü iddia ediyor. ne kadar doğru bilemem orasını tabii ama aileden geçen bir yetenekmiş. beni çok mutlu gördüğünü, çocuklarımı uyutup eşim ve arkadaşlarımla eğlendiğimi görmüş. bu arada zengin de olmuşum. bakalım bu sahne ne kadar doğru çıkacak gelecekte göreceğim. gördüğü tek kötü şey birini kaybetmiş olmammış.

bugün de acı seviyemi arttırdım. artık kafa dinleme vakti. biraz sezen'in şarkıları ve sonra da hiç derdim yokmuş gibi rahat bir uyku. hoşçakalın.




11 Eylül 2019 Çarşamba

hiç bir şey yolunda değil

uzun zamandır farkında olduğum bir şey var; mutlu değilim ve hiç bir şeyin yolunda gitmediğini hissediyorum. yani, sağlıklıyım fiziksel olarak bir şeyim yok ama sanki kaderim bağlanmış gibi. ne hakkında ümitlensem ne istesem o olmuyor aksine tam tersi başıma geliyor. birini sevmek istiyorum ya da işte 'bu o sevdiğim adamı buldum' diyorum ve bir şey oluyor her şey tepetaklak.

yanımda yürüyen biri olsun istiyorum, mutlu olmak istiyorum ama benim için bu çok fazla bir şey sanırım. gençlik yıllarım su gibi elimden akıp gidiyor ve ben ise sadece oturuyorum o suyun çizdiği yolu izliyorum. dünyaya karşı da boş hissediyorum; sanki hiç bir işe yaramıyorum gibi. depresyon mu ya da başka bir atak mı bilmiyorum ama bir yere bunları anlatıp biraz olsun içimin rahatlamasını istiyorum.

kimsenin beni sevmeyeceğine inanmaya başladım artık. ne zaman bir yola çıksam hep bir hüzünle oturuyorum ve hatırlatıyorum kendime 'kalbim ilk kez kırılmıyor ve bu son olmayacak' ne bileyim, insanlar sevgilileriyle bir yerlere gidiyorlar, geziyorlar, eğleniyorlar... ben ise sürekli kendimle baş başayım... ben çok hayal kuran birisiyim. karşımdaki kişi ile konuşmaya başladığım andan itibaren hemen hayal dünyamda canlanmaya başlar. 'tatile çıkacağız, şuraya gideceğiz aa belki buradan geçerken şu kafeye uğrarız' inanır mısınız bu hayallerim evlilik anına kadar gidiyor olabilir. ama sonra ne oluyor? REDDEDİLMEK! o anda işte gerçekten kafamdan kurşun yemişe dönüyorum. hayatımdan giden sadece o çocuk olmuyor ben kendi hayallerime de veda ediyorum aslında.

reddedildiğimi fark ettikten sonra uzunca sürecek ve ikiye katlanmış bir depresyon süreci ele geçiyor beni. aklımı yiyip bitiren düşünceler, yalnız ölme korkusu ve çevrende mutluluğa erişip benim hayalimi yaşayan insanları görmek. en çok şu sonuncu acıtıyor aslında canımı neden bilmiyorum. hiç bir şeyde umudum kalmadı. düzgün bir tane bile insanla tanışmadım. 'daha hayatının başındasın mutlaka birisini bulup mutluluğa kavuşacaksın.' herkesin klasik cümlesi bu, değil mi? ama öyle olmuyor işte. beğenilmediğimi düşünüyorum ve bu benim özgüvenimi de yitiriyor. kiminle konuşmaya başlasam içimden asla 'nasıl olsa bitecek.' hissini atamıyorum. sürekli yalnız ve mutsuz hissetmek ne kadar kötü bir şeymiş bunu bu sene anladım. bütün bir sene evdeydim ve kendimi tanıyacak çok zamanım oldu. belki de bu acıların yüzüme bir tokat gibi vurmasının sebebi de kendimle çok baş başa kalmamdır. bilemiyorum..

ben artık mutsuz olmak istemiyorum. çok acı bir şey ama nasıl depresyondan kurtulurum bilmiyorum. kalbim çok kırık. gerçekten doyasıya mutlu olduğum son zamanlar Kırmızı'ya aşık olduğum zamanlardı. şu an ise ne zaman bir şeyler yapmak istesem kapılar sürekli yüzüme kapanıyor. kalp kırıklığım daha taze... aslında bu yazıyı yazma fikri de dün geldi aklıma. yine kurulmadan yıkılan hayallerimin ortasındayken 'benim artık bunları yazıp arınmam gerekiyor' dedim kendi kendime. biliyorum, bu hisleri yaşayan tek insan değilim. kimi insan da ergenlik tripleri işte deyip geçiyor. ama benim için öyle değil..

ben çok sevdim. gerçekten çok sevdim. dört yıl hiç konuşmadığım birine deliler gibi aşıktım. kırmızı. sonra kendimi toparlamam gerektiğini, bu işlerin böyle gitmeyeceğini fark ettim. yine sevmeyi denedim. sevdim de. ama o pislikler yaptı. ben ona açılmamış, rahatsız bile etmediğim halde o ve arkadaşları benimle dalga geçti. bunlar bitti, artık geriye bakmak yok dedim ve önüme döndüm. acılarımı içime sakladım, bir daha da dışarı çıkartmayacağım dedim ama bu aralar patlak verdim. kimi zaman da şöyle düşünüyorum 'belki de ben sevmeye değecek biri değilimdir.' ama buna inanmıyorum. çünkü kendimi tanıyorum. eğer birisi benim hayatımdaysa ben ona kendimden daha çok değer veririm. bunu bana insanlar da sürekli söylüyor. belki de lanetlendim.. hayır yani çünkü insanlar da yüz vermiyor. dün yine binbir umutla uzun zamandır dikkatimi çeken birine karşı şansımı denemek istedim -biraz da arkadaş gazına geldik diyelim- ama bir kelime konuşmadan isteği reddetti. ben yine kendi başıma kaldım. ben, ben ve yine ben.

sadece son bir söz verdim kendime: güçlü olacağim, bu yıl hayatımın aşkını bulacağım ve gelecekte ÇOK iyi yerlere geldiğimde beni reddeden herkesi hüngür hüngür ağlatacağım. ben bunu artık yemin belledim kendime, yapacak bir şey yok.

belki de kimse hayal ettiğim gibi değildir. ben öyle uçuk şeyler istemiyorum. sadece aşık olayım, sevgi göreyim-seveyim o kadar. ama günümüz insanlarının aradığı tek şey seks. hayat bazen bana kötü yola düşmekten başka şans tanımıyor ama hayır, herkes kötü ve umutsuz zamanlardan geçer öyle değil mi? kendi özgüvenimi yeniden kazanmaya ve biraz daha güç bulmaya ihtiyacım var. ve içimdeki hiç bana bunun çok uzakta olmadığını söylüyor.

yeniden hayata dönüyorum. çok mutluymuş gibi gülümse. herkese inather şey yolundaymış gibi kendine güven ve dimdik yürü. artık beni bir şeyin üzmemesini istiyorum ama böyle bir şey elimde değil gibi hissediyorum. birisi karşımda en ufak sesini yükseltse ağlamaklı olan gözlerim sağolsun. şu şu sıralar inandığım tek bir şey var; bugünler geçecek. çok mutlu olacağım. çok. herkes hayran kalacak bana. durdu durdu turnayı gözünden vurdu densin istiyorum arkamdan. az kaldı. ama be dansçı, dün beni çok üzdün sen. ben otuz saniyede ne hayaller kurmuştum oysa.. güzel gülüşünle karşılayacaktın beni yanına geldiğimde, dans edecektik birlikte ve en önemlisi senin yanında belki de mutlu hissedecektim kendimi. daha önce hiç bilmediğim duyguları keşfedecektim.




27 Ağustos 2019 Salı

ya bu sefer aşkı bulduysam?

mesafeler dokunmaya engel, sevmeye değil.

bir kaç gündür aklımın bir köşesinden gitmiyor bu kelimeler. sadece biraz yazmak ve rahatlamak istedim sanırım.

baştam başlayayım o halde; yine umutsuz bir şekilde chat sitelerinde dolaşıyordum. bir şey olacağından değil, sadece içimde bir umut vardı. birisine gözüm erişti ama asla umudum yok çünkü kiminle konuşsam bir yerden sonra her zaman 'sen çok uzaktasın olamaz' moduna giriyordu. ama bu sefer 'o' çıktı karşıma ve sanırım diğerlerinden çok farklıydı.

çok güzel bir yüzü olmasına rağmen hiç bir zaman kendisini beğenmeyen, sürekli çalışan ve benim gibi sevgiye aç olan biri olduğunu anlamam uzun sürmedi. gerçekten huyları hatta mizah anlayışı bile benimle o kadar aynı ki, şaşırdım. çok kısa bir süre önce tanışmamıza rağmen sanki yıllardır hayatımda gibi. başka bir ülkede yaşıyor ama sanki yanımda gibi. ne zaman telefonda sohbet etsek gülmekten yüz kaslarımın acıdığını hissediyorum.

hayatımda gerçekten hiç aşka bu kadar yakın olduğumu hissetmemiştim. bilemiyorum, belki de ben şu an kendi kendime gelin güvey oluyorum ama onun da boş olmadığını biliyorum. yani hiç biriniz yeni tanıştığınız birinin ülkesi için bilet bakmazsınız öyle değil mi?

belki bundan bir ay önce bir başarısız deneme daha yaşamıştım. verdiğim değerin belki yüzde birini bile görememiştim. haftalarca yazmamalar sonra hemen ardından sanki hiç bir şey olmadan geri dönmeleri ve haklıymış gibi onların sinirlenmesi. ben artık birisi için yorulmak istemiyorum. birisiyle mutlu olmak istiyorum, kendimi gerçekten her anlamda mutlu görmek istiyorum. ona aşk tanrısının adını verelim; Eros. çünkü adı ile kafiyeli :)

tanıştıktan bir kaç dakika sonra beni aramak istedi. ben böyle konularda hiç bir zaman rahat olmadım çünkü hem ingilizceme güvenmiyordum hem de kendime. ilk konuşmamda hiç rahat değildim çünkü ailem hemen yan odamdaydı ve ben odamda camın kenarına geçmiş onunla konuşuyordum. annem eşcinsel olduğumu biliyor ve buna hiç bir zaman itiraz etmiyor, aksine destekliyor ama hala kendimi bir ilişkiyi itiraf edecek kadar hazır hissetmiyorum. onunla konuşurken biraz utangaçtım ve biraz da heyecanlı o gece kalbimin çarpıntısını sanırım bütün istanbul duymuştur.

bir kaç gün sonra benim okul koşuşturmalarımın ve eski konuştuklarımın geri dönme problemlerini aştıktan sonra ilk işim ona tekrar yazmak oldu. ilk işimiz hemen kamerayı açıp konuşmak oldu. şarkı söylüyor, gülüyor ve eğleniyoruz her şey olması gerektiği gibi.

birden bire bana 'sen türk değilsin' dedi. neden böyle bir şey söyledi anlamadım çünkü gayet kara kaşlı, kara gözlü biriyim. sonrasında 'çünkü türklerin sakalları olur.' dedikten sonra ona türkçe bir şeyler söylememi istedi. söyledikten sonra 'merhaba' ve 'nasılsın' kelimelerini kaptı bile. telefonu açtığımızda ilk olarak 'nısısın' diyor.

bugün instagram üzerinden görüntülü konuşurken bir kaç kez aksaklık yaşadık ve bağlantı kendiliğinden kopuyordu. bir kaç kez denedikten sonra beceremedik ve bana 'whatsapp kullanıyor musun?' dedi. whatsapp'dan araştıktan hemen sonra şakayla karışık 'ben sana numaranı alabilmek için oyun oynadım.' dedi. oysa sen sorsan ben numaramı vermeyecek miydim sanki?

hayatımda şu an her şey gayet güzel. mutluluğu dolu dolu yaşamayalı ne kadar uzun zaman olmuş şimdi fark ediyorum. artık bloguma geri dönüp mutluluğumu yazmak istiyorum.

xx

29 Nisan 2019 Pazartesi

as if the first day



can you feel the emotion that this song gave to you?
his voice is so soft i love it
i can see myself in this song

reminds me of my first love,
as if the first day

all the rhythm comes alive in my head
i feel every word with my heart




2019 falan oldu o ara

dört ay gibi uzun bir aradan sonra yaşadığımı bildirmeye geldim buraya. aslında anlatacak çok bir şeyim yok bir yaşam belirtisi göstermek istedim. ve hayır aptal gibi yeni yılınızı nisan ayının sonunda kutlamayacağım.

biraz neler yaptığımdan bahsedeceğim. biliyorsunuz, mezuna kalmak falan sadece ders dönüyor aklımda. öyle çok çalıştığımdan alnımı masadan kaldırmadığımdan değil anksiyete krizleri başladı sınav yaklaşmaya başlamışken. 

diyebilirsiniz doğal olarak ‘hiç mi güzel şey yok hayatında’ diye. güzel şeyler de var tabii ki. mesela biriyle tanıştım. adı hamlet olsun. birbirine çok benzeyen ortak noktalarımız var. o da şu sıralar çok yazmıyor gerçi. bıktım şu erkeklerin ilgisizliklerinden. ciddiyim, yıldım artık. iki mutluluğu fazla görüyorlar ya o ağır geliyor bana, mutluluğu bana çok görme allahım! 

yeni bir tiyatro oyunu da çıkartıyorum. bakalım. 

canım hiç bir şey yapmak istemiyor şu sıralar. salsalarevden dışarı çıkmam. o kadar istiyorum ki bir an önce okulun bitmesini. hayallerim için çabalamak istiyorum,burası beni sarmadı. 

zaman su gibi akıp geçiyor. ne zaman yılbaşı bitti de mayıs geldi hiç bir fikrim yok. ‘bir uyumuşum, uyandığımda mayıs olmuş’

blogda yeni şeyler yapmak istiyorum. ilk olarak düzenli bir şekilde yazmak. sonrasında da biraz resimler paylaşmak istiyorum. çizime başlamak istiyorum. beklemeyin sanat eseri falan cin ali çizip koyacağım. 

yani... gördüğünüz gibi hiç bir değişim yok. ben yine erkeklere bakıp iç çekerek geçiriyorum günleri. kriterlerimi nefes alsın yeter diyecek kadar düşürdüm. hayır yani konuştuğum bir kişi de var ama kime yararı var ki? bir var bir yok. önceden ben yazmasam bile kendisi bir şeyler atardı şimdi hiç bir şey yok. ben yazmasam yazmayacak yani. aşk böyle işte, gurur murur bırakmıyor.

hayat hiç hayal ettiğim gibi gitmiyor. o dizilerde filmlerde gördüğüm gibi bir aşk istiyorum artık. zamanı ne zaman gelecek? hiç birlikte eğlenip, gezip, yanında mutlu olacağımız bir insan kalmadı mı yani? 

biraz boş bir yazı oldu farkındayım ama sadece bir şeyler yazmak istedim. 

BU ARADA UNUTMADAN! arkadaşım Chocolate bloghayatına tüm hızıyla girdi. Starbucks’dan telif yemeden önce bloguna bir göz geçirin bence. eğlenceli ve bir o kadar da yıkık falan biri o da. chocolate frappucino 

- berry